Anne baba sevgisi bir güne değil, ömre sığmaz. Ebedi hayata da uzanır.
Anne hakkı ödenmez
Sevmeye ömür yetmez
Bütün dünya benim olsa
Bir tâne Annem etmez
İnsanın dünyaya gelmesine Allah'ın irade ve takdirden sonra vesile olan anne ve babadır. İnsanın üzerinde yine Allah'tan sonra en büyük hakkı olanlarda onlardır.
Anne babalar sadece çocuklarını dünyaya değil ebedi hayatada hazırlar. Bu durum kendileri için amel defterini açık bırakmakdır.
Çocuklar içinde anne babalar, gönülleri kazanarak cenneti kazanmanın bir fırsatıdır.
Bir Hadisi Şerif bunun müjdesini şöyle verir:
“Anne baba, kişinin cennete girmesine vesile olacak ana kapılarından birisidir. Bu kapıdan girme fırsatını kaybetmek ya da değerlendirmek artık senin arzuna kalmış!” (Tirmizî, Birr 3)
Bunun yolu ise âyeti Kerimede gösterilir.
"Onlara (anne ve babana)merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger. “Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster” diyerek dua et."(İsra suresi 24) buyurulur.
"Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz." diye efendimizin haber verdiği günlere doğru gidiyoruz maalesef. Yaşlı anne babaları bir yük gibi görerek sevgisi bir ömre bile sığmayacak anneye sevgiyi bir güne sığdırmaya çalışıyoruz.
Hâlbuki bütün İslâm harici milletlerin anne -babaya muhabbet ve saygıyı bizden öğrenmelerine ihtiyaç var. Çünkü bizim kültürümüzde anne baba yük değil, hanelerin bereketidir. Onların yüzü suyu hürmetine Allah'ın rahmeti istenir. Evlerin en seçkin yerleri onlarındır.
O bizden öncekilere benzemeye başladık başlayalı, huzur evleri çoğalmaya başladı.
Bugün, oğlu tarafından huzur evine götürülüp bırakılan bir annenin, oğluna yazdığı uzun bir mektuptan sadece bir bölüm paylaşmak istiyorum. Âdeta oranın sakinlerinin duygularına tercüman olmuş bir annenin duygu dolu mektubu şöyle:
'Beni buraya bıraktığın gün anneler günüydü hatırlıyor musun? O günden beri anneler günü denen gün benim için daha da bir anlamsızlaştı. Her sene bugün anne olmak ayrı bir acı veriyor bana…
Sen küçük bir çocuktun daha. Hiç bir yere bırakmazdım ben seni, öyle savunmasız, öyle masumdun ki, kimselere güvenip yollamazdım. Yanımdan hiç ayırmazdım. Şimdi beni nasıl olupta tanımadığın insanlara teslim ettiğini düşünüyorum. Gözden çıkarılmış eski bir eşya gibi hissediyorum kendimi. Yıpranmış, işe yaramaz. Kırgınlık mı? Belki, kırgınım biraz…
Geçen gün eski komşumuz kızı Şükran geldi. Yolda görmüş seni. “Neden bıraktın anneni” diye sormuş sana. “Kendisi istedi” demişsin. “Maaşıda var bakıyorlar, yeri sıcak, her işi görülüyor içim rahat” demişsin. "Yaşlanınca nazlanarak onlara acıdığımdan yük olmayayım diye huzurevine gönderin beni, kimseye yük olmak istemem” derdim. Ama içten içe hiç konduramazdım bu durumu, ne kendime, ne sana. “Bırakmaz beni bir yere” derdim. Tıpkı küçükken benim seni bırakmadığım gibi, beni hiç bırakmazsın sanırdım. Anne ciğeri ben sizi izliyor, hala gözümden uzak oluşunuzun hasretine dayanamıyor, buralar bana sizden ayrılıktan bir hapishane gibi geliyor buralar bana hüznüm, hasretim beni hasta ediyor... " diyerek hüzün, hasret dolu mektup devam ediyor.
Bu arada iki yüzlü dünya, Gazze'de tarihin en vahşi muamelesine maruz kalan anneleri bugün hiç yokmuş kabul ediyor. Lânet olsun zihniyetinize.
Rabb'im vefat eden bütün annelere rahmetiyle muamele eylesin. Cennet ve cemaliyle ödüllendirsin.Nefsimizi ve neslimizi onların dualarını alanlardan eylesin!