Sultann! diye hayattan seslendi Hoca.
Hoca’nın bu seslenişini Sultan duymuştu ya duyumsamazlıktan geldi. Hoca’nın ikinci kez seslenişi daha bir yüksek perdeden:
Sultannn! oldu ki; Karakaçan’ı tımarlayan Sultan:
Karakaçan’ı hazırlıyorum, Karakaçan’ı, diye seslendi.
Hoca ahırın kapısına kadar yavaş adımlarla giderek ahırın kapısından;
-Karakaçan hazır mı?
-Hazır, hazır eyeri kaldı, diyerek Karakaçan’ı eyerledi. Karakaçan’ı ahırdan çıkarttılar.
Hoca; “Sultan üzengiyi tut.” dedi. Sultan üzengiyi tutarak Hoca’yı NAS.
-Hayırlı yolculuk, yolun açık olsun.
Sağol, diyerek Hoca eşeğin sırtında heybesi ağzında besmelesiyle Akşehir yollarına koyulmuştu. Karakaçan kaldırımlardan tıkır tıkır yürüyordu. Nasıl olduysa bugün huysuzluğu yoktu. Birden yolun üzerine sahipsiz bir köpek Karakaçan’ın önüne havlayarak çıktı ki Karakaçan birden huysuzlandı.
Hoca; “Korkma Karakaçan‘ım. Korkma, korkma.” diyerek sakinleştirmeye çalışıyordu ya, hayvan olduğu yerde kaldı. Ayaklarını da bir kastı ki yürümesi ne mümkün, adım atmıyordu. Hoca Karakaçan’ın karnına ayaklarıyla dokunmasıyla, Karakaçan birden öfkelenip Akşehir yollarında öyle bir koşmaya başladı ki tutabilene aşk olsun. Hoca’nın artık “Durrr! Çüşşşş!” sesleri işe yaramıyordu. Hayvan duracağı yerde adeta hızlanıyordu. Hoca dizginlere sarılıyor, “Durrr! Çüşşş!” diyordu ama nafile. Yoldan geçenler:
-Hoca, Hoca; eşek yarışlarına mı katılacaksın, bu ne sürat?
Hoca ne desin; Karakaçan’ın huysuzluğu tuttu. Bu huysuza söz geçiremiyorum, durduramıyorum mu?
“Namaza yetişeceğim, namaza. Onun için biraz hızlı gidiyorum.” diyordu ki Karakaçan Akşehir yollarında tozu dumana katarak, koşturmuyor adeta uçuyordu. Neden sonra yoruldu ki İmaret Camii önünde duran Karakaçan bu kez de huysuzluğundan boşluğa çifteler savurmaya başladı. Cami cemaati Karakaçan’ın etrafını sarmış, Karakaçan’ı tutmaya çalışırken kendilerini de çiftelere karşı savunmaya çalışıyorlardı. Hoca ise Karakaçan’ın üzerinde bir yandan olanca gücüyle dizginlere sarılırken bir yandan da eyere tutunmaya çalışıyordu.
Karakaçan’ın işi iyiden iyiye azıtıp da Hoca’yı üzerinden öyle bir atışı vardı ki Hoca havada iki takla atarak toprak yola düştü. Karakaçan’ı tutmaya çalışan cami cemaati bu kez Hoca’nın etrafında toplandılar, bir yandan da “Hoca’m, Hoca’m iyisiniz ya?” diyorlardı ya Hoca söylenenleri duymuyordu ki. Birkaç dakika da olsa baygınlık geçirmişti. Çok şükür bir şeyi yoktu. Gözlerini açtı, kendisine gelir gibi oldu. Kavuğum, dedi, kavuğum nerede? Kavuk kendisinden birkaç metre uzaktaydı, hemen alıp getirdiler. Hoca kavuğu başına geçirdikten sonra;
-Neden başımda toplandınız? Ne var?
Halk gülüşmeye başladı. “Nasreddin Hoca eşekten düştü. Hoca eşekten düştü.” diyerek alay ediyorlardı.
Nasreddin Hoca hiçbir şey olmamış gibi; önemi yok, diyor. “Önemi yok. Düşmesem de zaten inecektim. Ardından da bu Karakaçan’ı satacağım ya alan olur mu ki?”
-Hoca’m bu huysuz Karakaçan’ı kim ne yapsın?
-Torunlarım, ben zaten bu Karakaçan’ı neler çektiğimi göresiniz diye yanımda taşıyorum, amacım satmak değil ki zaten.
Halk Hoca’nın etrafında toplanıyor, Akşehirli genç bir torunu:
-Hoca’m sizin Sivrihisarlı, Kayserili olduğunuzu söylüyorlar?
Hoca büyük bir kahkaha atarak; “Söylerler… Söylerler” diyor. “Hatta ve hatta Bulgaristanlı, Yunanistanlı olduğumu da söyleyenler var mı?”
Bu sefer halktan gülme sesi geliyor. “Evet Hoca’m” diyorlar.
Hoca; “Söylerler torunlarım, söylerler” diyor. Dilin de kemiği yok ki. Bakın size söyleyeyim. Ben Akşehirliyim. Evim buradaydı. Türbem de bak burada, ayrıca ben sağlığımda buralardan da çok giderdim. Akşehirliyim. Sivrihisar’da, Kayseri’de göl mü var?
Halk bir ağızdan:
-Eskişehir’de göl yok. Sivrihisar’da da göl yok.
Hoca gülerek:
-Yoksa Akşehir Gölü’nü benim sağlığımda oralara mı götürmüşler de ben göle maya mı çalmışım? Ayrıca size şunu da söyleyeyim; 16. yüzyıl yazma eserlerinden: Taşlıcalı Yahya Beyin “Gencine-i Raz” Nev’i zade Atai’nin “Sohbet-Ül Ekbar” Ehülhayr Rumi’nin Saltuknamesi’nde, Lamii’nin “Letaifi Lamii” isimli eserlerdeki bazı fıkraları da benim Akşehirli olduğumu gösterir. Yine Evliya Çelebi’nin Seyahatname adlı eserinden derlenen bilgilerin yer aldığı “Arşiv vesikalarına göre Nasreddin Hoca" adlı yazıda Evliya Çelebi’nin “Akşehir ulema ve sulehası, ayan ve sipahisi libası fakire giyerler. Muhteşem adamları vardır. Cümle tüccar ehli hizmet, ehli sanat, garip dost adamlarıdır. Evvela şehrin canibi kulesi haricindeki hıyaben içre ulema–i din, simürgi ehli yakin elmevli Hazreti Eş Şeyh Hoca Nasreddin medfundur. Kendisi Akşehirlidir” sözleri de benim Akşehirli olduğumu göstermektedir. Ben Akşehirliyim diyorum, Evliya Çelebi de öyle diyor.”
Halk gülüyor, Hoca gülüyor; “Dilin kemiği yok” diyor, “Dilin kemiği yok.” Ardından da “Getirin benim şu huysuz Karakaçan’ı.”
Birazdan Karakaçan’ı getiriyorlar. Hoca’yı evine göndermek üzere Karakaçan’a bindiriyorlar, bir yandan da “Hocam aman dikkat et!” diye uğurluyorlar ya, halktan Hoca’nın yaşıtlarından muzip bir kişiliği olan Ahmet Efendi; “Hoca” diyor, “Hoca, senin karın çok geziyor.”
Nasreddin Hoca, Karakaçan’ın üzerinden; “Yanlışın var, yanlışın var. Eğer senin dediğin gibi benim hatun çok gezseydi, arada sırada bizim eve de uğrardı” diyor.
Bir yandan da eşeğinin sırtında besmele çekip oturmuş, yavaş yavaş evinin yoluna koyulmuştu ki Akşehir halkı ardından bağırıyordu:
-Güle güle Hoca’m!
-Allah yolunu açık etsin Hoca’m!
-Git sağlıcakla!
Evine doğru yol alırken ardından gelen seslerin azaldığını duyuyordu.