Tek katlı, toprak damlı, yuğa taşlı, viran evler. Bu evleri, bu mahallede dünyaya gözlerimi açmamla tanıdım. Bu mahallenin insanlarını tanıdım, çocuklarını, gençlerini, kadınları, erkekleri tanıdım. İlk kez gökyüzünü bu mahallede gördüm.

Evimizin biraz ötesinde çocukluğumun sayısız oyunlarını oynayıp, plastik bir topun ardından koştuğumuz tozlu arsalar vardı. Bazen de mahallemizin biraz ilerisinde Şirin Irmak Sokağı’na giderdik. Zaten, Şirin Irmak, Çay Mahallesi, Nasreddin Mahallesi ayrılmaz bir mahalleydi. Biz bu mahallenin Çay Mahallesi’nin çocuklarıydık.

Yıllar geçtikçe, boyumuz büyüdü. Fikirlerimiz değişti. Yalnız mahallenin viranlarında, tek katlı evlerinde bizim lise yıllarımızda da pek öyle aman aman bir değişiklik olmadı. Yine iç içe, viran, yine tek katlı, toprak damlı evler.

Arkadaşların çoğu bu mahalleden ayrıldı. Bazıları mahalle, bazıları şehir değiştirdi. Kimi okumak, kimi iş için gitti.

Toprak damlı evler bakımsızlıktan olduğu yere yıkılıverdi, halsizlikten çöküverdi.

Çayın tam karşısındaki bir ev için bazı yetkililer baba isim benzerliğinden dolayı “ o ev yıkılacak önleminizi alın!” diye bilmem kaç yıl önce bana gelmişlerdi. Sanırım o ev de yıkılmıştır, ya da olduğu yere kendiliğinden çöküvermiştir.

Sabahın ilk ışıklarıyla yıllar öncesine gidiyorum. Güneşin doğuşu ile Çay Mahallesi’nin birbirinin içine girmiş, küçücük, daracık sokaklarından çıkan insan yığınları Cumhuriyet İlkokulu’nun önünden adeta şehre doğru akıyor. Fayton sesleri, at arabası seslerine karışıyor. Cıvıl cıvıl öğrenci sesleri duyuyorum. Öğrenciler ellerinde çantalarıyla birbirleriyle itişerek, bağrışarak okula gidiyorlar.

Ağaçlıklı bir yoldan geçiyorum. Yol boyunca benim de elimde bir çanta dolusu kitapla liseye gidiyorum. Yol uzun, yolda bir arkadaşa rastlıyorum Lise yıllarım. Derslerden, öğretmenlerden, sinemadan, kızlardan filan konuşuyoruz. Sonra konuşacak konumuz kalmıyor.

Kendisine bana şiirler yazdıran liseli güzel kız arkadaşlarıyla görünür. Karşı kaldırımdadır ya beni görünce arkadaşlarını bu yana doğru sürükler. Konuşamam. Ardım sıra yürürler. Konuşmak isterim beceremem. Yanımdan geçip giderler. Okul yolunda yürürüm. Çay Mahallesi yolu, yürürüm elimde çantam, Ticaret Lisesi yolu.

Dersler biter, artık dönüş yolu. Liseli kızı göremem; çıkmıştır derim. Kahve önlerinden geçerim. Kâğıt oynayanları görürüm. Kahkaha seslerini duyarım. Boş, işsiz güçsüz insanlar derim. Saatlerini pişpirikle geçirenler, zamanlarını boş yere harcayanlar diye düşünürüm.

Dönüş yolunda sinema önlerine gider film afişlerini seyrederim. Sinema önleri hep kalabalıktır. Gözler film afişlerinde. Bazen iki film birden oynatılır. Haftada film afişleri değişir, filmler, gösterimler değişir. Haftaya gelecek filmler Cuma’dan heyecanla beklenir. 

Çay Mahallesi’nin sokakları yorgun argın evine dönen mahallelere kucağını açar. Neden sonra ben de eve dönüş yolundayımdır. Gözlerimi liseli kızın penceresinden alamam. Sonra hızlı adımlarla ezan okunmadan evime yetişme çabasıyla yürürüm. 

Sokaktan her geçişimde yıllar öncesi Cumhuriyet İlkokulu’nun karşısındaki bir evin bacasının beşikte yatan bebeğin üstüne çöktüğünü, bebeğin kurtulduğunu, daha sonra evin de olduğu yere yıkıldığını bilirim. Ben bu mahalleyi, evlerini, sokaklarını bilirim. Selamlaşırım bu insanlarla, uzaktan, yakından bir tanışıklığım vardır. Bu mahalle bana uzak değildir, ben bu mahalleye uzak değilimdir.

Yıllar gelip geçmiştir. Sokakların yüzü yenilenmiş şehri ikiye ayıran çayın her iki yanına yeni yeni evler yapılmıştır. Değişmeyen tek şey ise: Çay Mahallesi’nin ben de değişmeyen sevgisidir.