Sekizyüz dolayında Hacı adayı Müslüman'ın öldüğü ve daha fazlasının yaralandığı bir facia, kader ile izah edilip; göz göre göre oluşan cinayet kapatılamaz.

"Türk Hacılardan kaç kişinin öldüğü ve kaçının zarar gördüğü" henüz netleşmemişti.

Gazetelerin birinde; "asıl yollar, genç prensin VİP konuklarına ayrılıp kapatıldığı için; çok dar bir yolda şeytan taşlamaya giden ve oradan dönen hacı adaylarının birbirini ezdiği" yazılıydı. Çok kısa bir süre önce de; koskoca bir vinç yüksekten düşerek yüz yedi Müslümanı ezip öldürmüştü. Kutsal mekanların bulunduğu toprakların ve oradaki yolların; yalnızca bir ailenin malı sayılabilmesinin ne kadar yanlış olduğu ortaya çıktı!. Akşehir'den Önce Umre'ye sonra da Hacca gittiğimde; Ankara'dan oralara uçak yoktu. İstanbul'a varınca; hacca gitmek için aynı uçağı bekleyen on kişi kadar Yalvaç'lı hemşerimle karşılaştım. Onlar da sevindi, ben de sevindim.

Vardığımızda Osmanlı Türk devletinin inşa ettiği Ecyat kalesi yıkılıyordu. Yıkımın inandırıcı bir nedeni de yoktu. Hacı adayları, kendi aralarında o yıkımı konuşup sessizce muhalefetlerini fısıldaşıyorlardı.

Ankaralı oda arkadaşım YUSUF AVCI ile, dinlenilme korkusuyla ve en kısık sesle yıkımın, gereksizliğini ve anlamsızlığını konuşuyorduk.

Hac farizasından sonra; gece olunca otele dönerken epeyce uzaklardan, İranlı Hacı adaylarının topluca okuduğu ilahilerin çok hoş musikisi yankılanıyordu.

Şimdiki faciada ise;  çok fazla İran'lı hacının öldüğünü yazıyor gazeteler."Dört Tük hacının öldüğünü ve beşinden de haber alınamadığını"  okudum.

Her ne kadar bizim yöneticiler, bu konuda konuşulmasını ve yazılmasını istemiyorlar ise de; gerçekleri aramanın ve ulaşmanın daha doğru olduğu kanısındayım.

"Dünyanın her yerinden gelen milyonlarca hacı adayının geçeceği birçok yolların prensin konuklarına tahsis için kapatıldığı . O keyfi davranış yüzünden Şeytan taşlamaya giden ve oradan dönen yüzlerce hacı adayının ezilerek öldüğünü" yazan gazeteler de var.  Kısa süre önceki izah edilemez vinç faciasının acıları henüz dinmemişken; bu ikinci felaket, Her şeyin açık açık-bilinmesini şart kılıyor!      Dört Türk Hacının öldüğü ve beşinden haber alınamadığını yazan gazeteler de var.O kadar gün geçti; halen daha belirsizlikler sürüyor!

Dünyadaki Müslümanların Kabesi ve ibadet yeri olan bir uhrevi ve kutsal mekan; bir kralın ve ailesinin mülkü sayılamaz. Artık, Kutsal mekanların yönetiminde ve bakımında tüm Müslümanlar söz sahibi olmalılar.

1-Her İslam ülkesinin oradaki faaliyetleri  birer dönem yürütmesi düşünülebilir...

2-Tüm İslam ülkelerinden seçilecek birer din görevlisi ve  alimlerinin; aynı görevi yapması da çözüm olabilir.

3- "Kutsal yerlerdeki faaliyetleri ya Türkiye Cumhuriyeti yönetmeli veya Tüm İslam ülkelerinden seçilecek üyelerden oluşan bir heyet o görevi yapmalı." diye düşünenler de var.