30 Ağustos 1921 yılında Batı Cephesi Komutanlığına Kurmay Başkan olarak atanmıştır.  Milli Mücadele’de gösterdiği başarılar neticesinde 1922 yılında Mirliva ( Tuğgeneral) rütbesine terfi etmiştir. 30 Ağustos 1937 yılında Orgeneral olmuştur. 3 Ağustos 1945 yılında yaş haddi nedeniyle emekliye ayrılmıştır. Orgeneral Asım Gündüz 14 Ocak 1970 yılında vefat etmiştir.

ASIM GÜNDÜZ’ÜN AKŞEHİR’E DAİR NOTLARI

Asım Gündüz, Milli Mücadele günlerinde Akşehir’de bulunmuş ve o günlere dair tuttuğu notlarında ve anılarında Akşehir’den bahsetmiştir. Gündüz ilk olarak Akşehir’den günlüklerinde “Ah o günlerin feragat havası” adlı bölümünde Akşehir’de yaşadıklarını şu şekilde anlatmıştır:

“ Yeni hazırlıklar sırasında Garp Cephesi Karargâhını Haymana’dan Akşehir’e kaydırmıştık. Kolları sıvamış, geceli gündüzlü çalışma ile ikmal ve eğitime eğilmiş, yeni teşkil ettiğimiz birliklere kumandanlar aramaya girişmiştik.  Orduda o güne kadar hâkim savunma ruhunun yerini taarruza yöneltmek için gizli hazırlıklara başlamıştık. Konuşmuyor açıktan söylemiyor, fakat hissediyorduk ki, Mustafa Kemal’in bundan sonraki emri taarruz olacaktır. Bu taarruz, hayâsız, alçak bir müstevliyi vatanın Harim-i ismetinde boğacaktır.”

Asım Gündüz, Büyük Taarruz hazırlıklarının yapıldığı Batı Cephesi Karargahı’nda,  taarruz harekâtının planladığı gecede paşalar arasındaki fikir ayrılıklarını ise hatıratında “ İsmet Paşa, Yakup Paşa ve birçok kumandanlar taarruza karşı idiler.” Başlığı altında anlatmıştır. Asım Gündüz o günlere dair hatıratında şunları aktarmıştır:

 “ Zannetmem ki, bu yaşımda ve başımda bana kimse hadiseleri fani hisler peşinde bir tefsire bağlı tuttuğumu söyleyebilmiş olsun.  Üç çeyrek yüzyılı geçen hayatım, böylesine bir iddianın tam tekzibi olarak ortadadır. İşte şimdi sizlere, bir başka hakikati ifşa edeceğim. Büyük Taarruzun mahiyet ve şümulüne, yani düşmanın vatanı harimi ismetinde boğacak çaptaki azametiyle başlamasına, hatta tarihine ve mahiyetine, başta Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa olmak üzere, İkinci Ordu kumandanı Yakup Şevki Paşa açıklıkla Nurettin Paşa kısmen muhalifti.  Erkan-ı Harbiye Umumiye Reisi Müşir Fevzi Paşa’nın da bazı noktalarda ayrıldığı vardı. Hiçbir şahsi düşüncenin zebunu olmadan söyleyeceğim ki, Başkumandan Mustafa Kemal ile aynı paralel üzerinde olan, diyebilirim ki sadece bendim. Cephenin Kurmay Başkanı olarak bendim… Anlaşmazlık bazen had safhayı bulmuştur. Fakat Mustafa Kemal’in taarruz fikrinin kat’iliği önünde ötekiler bir bir gerilemiştir. Biliyorlardı ki o bu uğurda kendi düşüncelerinin ve kararlarının karşısında olanların, kimler olursa olsunlar, vatanın selameti için şart gördüğü hareketlerle girişecek ve tanrının inayetiyle başaracaktır. Karşıda olanlar şöyle diyorlardı. Silah, teçhizat, malzememiz Yunan ordusunu temelinden söküp yurttan atmaya yetemez. Bu fikir bilhassa İsmet Paşa’nındır. Mustafa Kemal, Cephe ve Ordu Kumandanlarının düşüncelerini ve tutumunu daima göz önünde bulundurmak kiyaseti içinde idi. Bu sebeple hareket tarzının bir stratejik sonuca müteveccih olduğu yolunda telkinlerde bulundu. Biliyordu ki taarruz kendi planı ile başladıktan sonra, sadece düşmanı değil bazı yanındakilerde mucizeyi anlayacaktır. Şu hakikati de kaydedeyim ki, Başkumandan taarruz kararının kat’iliği ve hazırlık emri verildikten sonra, karşı düşünceler durdu ve onlar gayenin emrinde ellerinden geleni yaptılar. Başkumandan Mustafa Kemal, 2 Temmuz 1922’de Garp Cephesi kumandanlığına şöyle bir telgraf çekerek adeta kulağımızı bükmüştü:

‘ Düşmanın Kocaeli bölgesinde iki tümen veya daha ziyade bir kuvvetle taarruzda Muaffak olması halinde dâhili vaziyet, siyasi ve askeri menfi netayici itibariyle çok müşkül mevkie düşürülebilir. Böyle bir ihtimali sadece müdafaada kalmayı tercih etmiş zihniyet ile karşılayamayız. Düşmanın taarruzuyla beraber başlamak üzere cepheden esaslı mukabil taarruzla cevaplamaya mecburuz. Böyle bir taarruzun istikamet ve suret-i icrası hakkındaki mütalaanızın bildirilmesini rica ederim.’

Görülüyor ki, bu ikaz Büyük Taarruz tarihinden sadece 54 gün öncedir. Bizi yani Garp Cephesini merkezden, büyük ve şamil kat’i ve öldürücü taarruzun hazırlıklarını sevk ederken, şeklen düşmanın Kocaeli cephesinde iki tümen veya daha fazla kuvvetiyle yapacağı taarruzu şekli mesnet olarak alıyor.”

ASIM TAARRUZA GEÇECECEĞİZ

Mustafa Kemal,  İsmet Paşa’nın teftişte olduğu bir gün, Akşehir’e,  Batı Cephesi Karargâhına gelerek o dönem Kurmay Başkanı olan Asım Gündüz’e Taarruza geçeceklerini söylüyor.  Gündüz o güne dair hatıralarını şu şekilde naklediyor:

“ Ben Mustafa Kemal’i iyi tanıyan bir insan olarak O’nun bütün tavizlerini bir noktada keseceğini ve vatanın selameti, mücadelenin müspet sonu, milletin varlığı ve haysiyeti namına en isabetli anda son kararını vereceğini çok iyi hissediyor, hatta rahatça söyleyeyim ki, biliyordum.  Ve O’nu iş başında bekliyordum. Nitekim bir gün ansızın Akşehir’e Garp Cephesi Karargâhına çıkageldi…  Hiç haber vermeden. Yanında sadece yaverleri vardı. İsmet Paşa teftişteydi ve Başkumandan cephe kumandanın karargâhta olmadığını biliyordu. Benim Kurmay Başkanlığı olarak kullandığım mütevazı odamda karşı karşıya idik. Masama oturmuştu. Üzerinde çalıştığımız, elimizdeki en tafsilatlı haritada ki noktalarıma dikkatli bakıyordu. Yüz hatlarında en derin bir rahatlık, dudaklarında ki o huzur dolu tebessümü hiç unutmam. Benim, kendisinin yakında hem de çok yakında tarihi kararını vermiş Başkumandan sıfat ve salahiyeti ile vereceği emirleri idrak ederek, kendi kendime yaptığım hazırlıkları öylesine kavramıştı ki, o lekesiz, masmavi, bir başka mavi gözlerini muhabbetle yüzümde dolaştırdı. ‘Asım Taarruza geçeceğiz…’ Sakarya nasıl onun eseri ise, son taarruzda O’nun eseri olacaktı. Bu sert hükmü hiç yadırgamayın. Kader beni bu hükme verdirecek mevkide ve şartlar içinde bulundurmuştur. Bugün Mustafa Kemal hayatta değildir ve hiçbir fani gücü yoktur. Amma bizim yaşlarımız ve başlarımız bu gerçekleri konuşmaya bizleri zorlar. Ömrümüzün son basamakları üzerindeyiz. Allah’ın huzuruna gönül rahatlığı ile gitme hazırlığındayız.  Artık efsaneleri bırakalım ve hakikatleri konuşalım. Bu hakikat şudur: Milli Mücadele, maddede ve hatta mantıkta başlamış ve durmuş hareket değildir. İmanla yoğrulmuş haysiyet şuurunda şekillenmiş, milletine güvenen, tarih bilen bir liderin akılcı cesaretinde boysalmış ve maddi yoksullukları teker teker dize getirerek gayesine ulaşmıştır. Asım Taarruz edeceğiz derken bu akılcı cesaretin yolu üzerinde idi ve onun ne akıl kudretine, ne cesaretini erişebilmiş başkaca takipçisi olmadığı içinde bu kararını tatbik mevkiinde olanlara şeref ve şan dağıtıyordu. O tevazuu, arkadaş canlılığı, nezaketi ile bu ikramı yaparken, ikrama mazhar olanlara düşen vazife ne idi.”

AKŞEHİR’DEKİ GİZLİ TOPLANTILAR

Asım Gündüz hatırlarına, taarruz hazırlıklarının planladığı gizli toplantıyı şu şekilde anlatmaktadır:

“İsmet Paşa’yı telefonla Bolvadin’de buldum ve Başkumandanın Akşehir’de olduğunu bildirdim, geldi.  Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa’yı da 28 Temmuz 1922 tarihi için Akşehir’e davet ettik. Bir futbol      maçı tertip edilmişti. Onu seyretmek için ordu kumandanlarına da şekli bir davet yapılmıştı.  O gece ve diğer üç gece toplantılar fasılsız devam etti. Başkumandan Mustafa Kemal bize 15 Ağustos 1922’ye kadar umumi taarruz için bütün hazırlıkların ikmal edilmesini emretti. Taarruz planındaki esas düşünceleri, her ordu ve cüz’ü tam için dinlenmemiş olanların, havsalarının güç kabul edeceği berraklık ve vuzuh içinde bize birer birer not ettirdi.  Bu dikte ettirdiği taarruz planı esas itibariyle şu temel fikri ihtiva ediyordu; ikinci ordu ile düşmanın ikinci ve üçüncü kolordularını ve birinci kolordunun Akarçay kuzeyindeki birlikleri tutmak, Eskişehir –Afyon irtibatını kesmek, eğer düşman taarruza geçerse oynak bir savunma ile güneye kesin sonuç alıncaya kadar düşmanı oyalamak,  Birinci Ordu ile Akarçay-Toklu sivrisi bölgesinden kat’i neticeli bir taarruzla düşmanı kuzeye atıp kuşatarak yok etmekti.  Suvari Kolordumuz da Yunanlıların boş bıraktığı Ahir dağları geçitlerinden girerek düşmanın geriyle irtibatını kesecek, arkadan hücumla onu yıpratacaktı…  15 Ağustos 1922’ye kadar taarruz hazırlığı yapıldı. Taarruz bölgesine yakın bölgede sıkı tedbirler almıştık. Burası yasak mıntıka olarak kabul edilmişti. Hiç kimse sokulmuyordu, adeta kuş uçurtmuyorduk…”

Devam edecek.

Editör: Haber Merkezi