Felsefe, M.Ö. 6. yy’da ortaya çıkmış bir bilgi türü ve yaklaşık 27 yüzyıllık upuzun bir tarihe sahip. Binlerce filozof yaşamış. Filozofların dini algılamalarına tek tek bakmamız mümkün değil elbette.

İki farklı bilgi türünü birbirinden ayırmak gerekir. Felsefi bilgi ile dini bilgi, ortak amaçlara sahip fakat bakış açıları, yöntem ve özellikleri birbirinden oldukça farklıdır. Aslında her ikisi de evreni, insanı ve insanın değerlerini anlamaya ve açıklamaya çalışır. Felsefe bu amacına ulaşmaya çalışırken tüm dinlere eşit mesafede kalır, aklı ve sorgulamayı ön plana çıkarır ve asla şu din doğrudur ya da şu din yanlıştır şeklinde yargılarda bulunmaz. Dini bilgi ise din olgusuna öznel yaklaşır, Teolog ya da İlahiyatçı dediğimiz din bilginleri, inandıkları kutsal metinleri sorgulamaksızın doğru kabul ederler ve açıklamalarını bu doğrultuda yaparlar. Birçok bilgi türüne sahibiz; dini, bilimsel, gündelik, teknik, sanat ve felsefi bilgi. Bunları birbiriyle karşılaştırmak çok saçma. Birinin varlığını kabul ederken diğerlerine karşı çıkmak çok anlamsız. Bu bilgi türleri de birer realite. Senin bunlardan birini yok sayman, güneşi balçıkla sıvamana benzer.

Felsefenin dini yoktur fakat filozofun dini basbayağı olabilir. Felsefi etkinlik, insan aklının bir etkinliğidir, bu nedenle filozof herhangi bir dine ya da üstün bir güce inanabilir. Zaten filozofların dine ilgisiz kalması düşünülemez. Sonuçta felsefe, bilinmeyenin merak edilmesi, varlık denen olgunun kökeninin araştırılması ve düşünülmesidir. Mükemmel bir şekilde işleyen evren düzenine bakıp da Tanrıyı bu düzenin dışına atmak çok zor olsa gerek.

Filozofların filozofu Sokrates çok dindar bir insanmış, peygamber olma ihtimalinden bile bahsediyorlar. Öğrencisi Platon’unun aktardığına göre Sokrates ölmeden birkaç dakika önce yüzünü örten bezi kaldırır ve arkadaşı Kriton’a “sakın ha Asklepios’a adadığım horozu kurban etmeyi unutma” der ve son nefesini verir. Asklepios Yunan mitolojisinde tıp tanrısının ismidir. Platon’un tanrı inancı zaten açık olarak bellidir. Aristoteles’e ayrı bir parantez açmak isterim. Aristoteles, İslam filozoflarını o kadar çok etkilemiş ki İslam düşünce tarihinde “Muallimul Evvel” yani ilk öğretmen olarak bilinir. Yunan, Çin, Hint ve Müslüman filozofları birlikte düşündüğümde filozofların yüzde 90’dan fazlası Tanrı inancına sahiptir.

İnanan ile inanmayan arasındaki ortak payda akıldır. Bu gerçeğin farkında olan İslam filozofları, İslam coğrafyasının birçok yerinde çeviri üniversiteleri açarak batı felsefesine ait felsefe ve bilim kitaplarını Arapçaya çevirmişlerdir. İslam’ı tebliğ etmek farzdır. İnanmayan insanlara Kur’an’dan ya da Hadislerden örnek veremezsin. İnanmayanı inandırmanın tek yolu akıldır, ancak akli deliller sunarak karşındaki insanı ikna edebilirsin. Bu nedenle din adamları ya da kendini dindar olarak görenler felsefeyi dinsizlik olarak görmemeli, inandıkları dini anlama noktasında bir araç olarak algılamaları gerekir kanaatindeyim. Nitekim Kur’an’da 49 kez aklın öneminden bahsedilmiştir. Aklı da en iyi ve etkin biçimde kullanan bilgi türünün de felsefe olduğunu unutmayalım.

Hayırlı Ramazanlar

Görüş ve eleştirileriniz benim için önemli: [email protected]