Yalan. Zaman sadece alışmayı öğretir. Bir eksikle yaşamayı, bir sesi duymadan, bir gülüşü görmeden de günü bitirmeyi. Ama geceler öyle değildir; gece unutmayı bilmez. Geceleri yıldızlar bile susar da sen konuşursun. Bir sessizlik çöker, o sessizlikte adını hatırlarsın. Unutmak isterken bile “acaba şimdi olsaydı” dersin. Ölüm bazen bir son değil, bir yankıdır. İnsanın içinde tekrar tekrar çarpan bir boşluk sesi. Kimini dua ile anarsın, kimini sadece içinden geçirirsin.
Ama hepsi bir şekilde yaşamaya devam eder; senin hafızanda, cümlende, sessizliğinde, kalbinin en kıyı köşelerinde…
Ve fark edersin: Özlemek aslında yaşamın en keskin tarafıdır. Birini toprağa gömmek kolaydır; ama ondan kalan sesi, kokuyu, alışkanlığı gömemezsin. Her sabah yeni bir gün başlarken, o yokluğu da yanında taşır insan. Ne kadar gülersen gül, o eksiklik hep aynı köşede bekler. Bazı sabahlar daha ağır gelir, bazı geceler daha sessiz. Ve bir noktada anlarsın: özlemek, ölümü kabullenememenin en kibar hâlidir. Belki de ölüm, bir bitiş değil, bir hatırlanma biçimidir. Çünkü biz hatırladıkça, biraz daha yaşarlar. Ve biz sustukça, yoklukları biraz daha derinleşir. Sonunda, ne kadar zaman geçerse geçsin, Bazı insanlar için dünya hep yarım kalır. Bir sesle, bir gülüşle, bir fotoğrafla, bir bakışla…





