Bir hafta sonra arabam sanayiden çıktı, sigorta vize işleri falan derken on gün geçti. Teyzem yemek hazırlarken ben de kitaplarımı toplamaya başladım. Yanıma alacak pek eşyam yoktu. Birkaç parça kıyafetim ve kitaplarımdan başka. Teyzem kendi eşyalarını toparlamıştı. Bu evdeki son günüm, yarın yola çıkacağız. Akşam serinliği çökmüştü. Bahçede yemek için soğuk bir gündü ama teyzem ısrar edince kıramadım. Bu evin tek özleyeceğim yeri bahçem. Bu akşam yemeği de bahçeme veda yemeğimdi. Teyzeme bir hırka çıkardım, kendim şalıma sarıldım. Akşam Tarçını biraz durgun gördüm. Acaba gideceğimiz için mi diye düşündüm ama nasılsa İstanbula da alışırdı.

“Tarçın biraz durgun gibi”

“Evet, benimde dikkatimi çekti.

“Hastamı, veterinere mi götürsen?”

“Sabah yine aynı olursa götürelim. Sen nasılsın? İlaçlarını alıyor musun?”

“Alıyorum, ne yararı olacaksa?”

“İnançlı ol teyze, bana yardım et. Sen böyle olursan bir anlamı yok? Lütfen benim için iyileşmeye çalış.”

“Tamam, kızım ama benim pek umudum yok, sen de umutlanma.”

“Neden teyze, neden umutlanmayayım?

“Hastalık çok ilerlemiş be Elam. Benim için yapacakları pek bir şey yok, Ancak ağrılarımı dindirecekler. Ela tedavi olmak istemiyorum. Ölürken saçlarım olsun, bu halimle ölüyüm istiyorum. Bir kez daha o hale gelmek istemiyorum.”

“İstanbula bir gidelim. Doktorla konuşur, sonra da ne yapacağımıza bakarız teyze.”

 Gece odama geçince sessizce, kimsesizce ağladım. Belki de insanların geceleri daha çok acı çekmesinin sebebi, yalnız kaldıkları için değil, içinin karanlığını ancak gecenin yansıttı içindir. Belki de bütün gün sızdıran yara, gece olunca daha fazla sızladığı içindir. Belki de gecenin ölüm sessizliği içine işlediği için bu kadar çok acıyor. Belki de kaybettiklerin gecenin sessizliğinde bir bir hesap sordukları için… Bir sevdiğimin daha günden güne soluşunu izlemek zorunda kalmak, benin büsbütün çileden çıkarıyor, eski yaralarım şaha kalkmış, yenisiyle birlikte daha çok acıyor. Teyzemin son sözleri kafamın içinde yankılanıyor, beynim kalbim buna karşı çıkıyor. Ne olursa olsun yaşatmak zorundasın vazgeçemezsin diyor. Allah kimseye dayanamayacağından fazla dert vermez. Vardır bir bildiği Rabbimin.

 

 Yakupun gözyaşlarıyla mı sınıyorsun beni hayat? Ne gözyaşım dindi, ne Yusufum geldi. Yakupun sabrını çok görme bana, vazgeçmeye takatim yok. Sabretmeye yüreğim yok

 Yatağıma uzandım. Buraya ilk geldiğimde acım, içime sığmıyor gözlerimden taşıyordu. Bundan daha büyük ne olabilir ki demiştim. Demek ki büyük konuşmuşum. Daha eklenecekler varmış. Daha kaybedilecekler varmış. Bu düşünceler içinde uyuyup kalmışım. Bütün gece uykuyla uyanıklık arasında geçti. Sabah kalktığımda dünden daha çok yorgundum. İlk işim Tarçına bakmak oldu. Acısından duramıyor sürekli inliyordu. Hemen teyzemi kaldırdım.

“Teyze kalk, Tarçın çok kötü. Ben veterinere gidiyorum.”

“Dur kızım bende geliyorum.”

“Acele et, ben arabayı çıkarıyım.”

Tarçının yanına çıktım.

“Sabret kızım, şimdi götüreceğim seni.”

 Arabayı garajdan çıkardım. Teyzem arkaya oturdu, Tarçını kucağına verdim. Yol boyunca dua ettim. “Allahım yeni bir kayba hazır değilim. Ölmesin ne olur…” Veterinerliğin önünde ani frenle durdum. İçeriden sedye istedim. Tarçını kucağıma alıp sedyeye koydum.

 Bekledim. Gece bekledim. Gündüz bekledim. Bıkmadan, usanmadan, saatlerce, günlerce, yıllarca bekledim. Yorulmadan, durulmadan, duruşumu bozmadan bekledim. Böyle bir dönüşü değil, gerçek bir dönüşü, tam anlamıyla dönüşü bekledim. Vazgeçmek kaybetmekten büyükmüş, yaşayarak ancak bunu öğrendim…

Veteriner koca göbeğiyle dışarıya çıktığında, yüzündeki ifade anlatıyordu gerçeği. O gün için, o an için sağır olmak istedim.

“Onunla vedalaşın isterseniz. Bizim ona yapabileceğimiz tek şey iğne. Daha fazla acı çekmesin.”

“Anlamadım, nasıl yani? Ne iğnesi? O iyiydi ki, bir şeyi yoktu.”

“Maalesef zehirlenmiş, zehirde tüm vücuda yayılmış.”

Tuttuğum nefesimi bıraktım. Bir daha nefes alamamaktan korktum. Tarçının yanına geçtim.

“Bakma öyle hüzünlü… Bu kadar mıydı seninle beraberliğimiz? Özür dilerim Tarçın, ben sana senin bana baktığın gibi iyi bakamadım. Hayır, dur inleme hemen. Bu doğru, sen bana her zaman çok iyi bir dost oldun kızım. Rahat uyu. Beni merak etme sakın, bakarım başımın çaresine…”

 Arkamı dönüp çıkarken onu oradan alıp gittiğim yere götürememenin acısı çöktü içime. Ben çıkınca veteriner elinde iğneyle girdi içeriye. Çıktığında “götürebilirsiniz” dedi, ne kolay söyledi. Tarçının ölüsünü alıp bahçede en sevdiği köşeye en çok sevdiği oyuncak kemiğiyle gömdüm. Teyzeme öğleden sonra çıkalım deyip, Tarçınla günlük yürüyüşümüze göle doğru çıktım. Tarçınsız. Bu kasabaya, göle, Tarçına, Komutana veda etmeye geldim. Bu kalabalık içinde ne kadarda yalnızım. Herkes kendi köşesinde bense onların arasında kaldım. Eskiden bir içim vardı benimle konuşan o da sustu.

Yine bana muhalefet ol. Hadi acıyan yarama tuz bas ama konuş, içim eyy içim!…

İçim, eyy içim!

Benden habersiz nerelerdesin yine?

Hangi kapıyı çaldın da,

Yüreğime acı kattın.

Yine kime kırıldın da?

Dilime gem vurup sükûta mahkûm ettin.

Nedir bu durgunluğunun sebebi?

Yoksa ölüme hasret kalmak mı üzdü seni?

İçim, eyy içim!

Hangi yaban eldesin?

Yine gönlümün fenerlerini söndürür gibisin…

 

  Bu gölü seviyorum. Sakinliğini, durgunluğunu, içinde barındırdıklarını seviyorum. İnsanlar da öyle değil mi? Ne kadar sakinse, o kadar acı vardır yüreğinde. Ne kadar suskunsa, o kadar tüketmiştir kendini. Ben de bu göl gibi değil miyim? Sessiz, kimsesiz, yalnız…  Hele içimdekiler… Onlar bu gölün barındırdıklarının yanında çok büyük gelmez mi? Benden büyük olan bu şey…  Acı?  Yok değil bunun adı acı değil. Bunun adı vazgeçiş, kendimden sevdiklerimden, inandıklarımdan vazgeçiş…

 Keşke komutan burada olsaydı, sarılabilir miydim? Sarılıp da inleyen içimi biraz olsun dindirebilir miydim? Nasıldır acaba? Unutmuş mudur bu köhne kasabayı? Unutmuş mudur içindekileri? Hayat benim için bile devam ederken onun için durur mu? Elbet gittiği yerde mutludur. Tarçın çok sevmişti onu. Hayta gördüğü yerde kuyruğunu sallar, türlü şaklabanlıklar yapardı. Geri döndüm. Ben ne olursa olsun bu köhne kasabayı unutmayacaktım. Toprağında sevdiğim uyuyor. Evde teyzem zorla bir şeyler yedirdi. Halime Hanımı çağırıp, anahtarı ev sahibine teslim etmesini rica ettim. Onları teyzemle vedalaşsınlar diye bırakıp arabaya bindim. Az sonra teyzem gelince kontağı çevirdim. Son bir kez evime baktım.

Teyzem;

“Bir şey unutmadık değil mi?

Ben;

“Tarçın dışında her şeyi aldık.”

Eskiden hayalimi süsleyen, şimdi ise korkularımı tetikleyen şehre doğru sürmeye başladım.