Biz sana hayrandık İstanbul, Işıl ışıl Taksim'ine, parklarına, camilerine, Haliç'ine, boğazına, Galata kulesine... Biz sana sığındık. Büyümekten kastımız bu değildi. Senin kadar büyük olacaktık biz. Kaldırım taşlarında yatan çocukların gibi, çiğneyip geçtin bizi.
"Ela eğer bir gün birimiz ölecekse bu ben olayım."
"Saçmalama Zeynep. Nerden çıktı bu şimdi?"
"Ne bileyim aklıma geldi. Ben senin kadar güçlü değilim. O yüzden bencillik yapayım dedim."
"Yapma Zeynep. Yapma..."
Uyandığım da yine silueti karşımda. Nasıl bir yangınmış ki bu gözlerimi kapatsam o, açsam o. Yüzümü yıkayıp bahçeye çıktım. Sabah ezanını dinledim. Mevsim değişmeye başladığı için sabahları soğuk oluyor. Dışımı üşüten şu soğuk içime işlese de, su yangın bir sönse. İçimi buz kesse. Omuzlarıma örtülen şalın sıcaklığı ile biraz kendime geldim. Kafamı çevirdim.
"Merhaba."
(...)
Rüyada mıydım? Komutan bu saatte, benim bahçemde yanımdaydı.
"Şey ben şaşırdım."
"Haklısın şaşırmakta. Uyku tutmamıştı. Balkona çıktım. Seni böyle görünce yanında olmak istedim."
"Affedersin geldiğini duymadım. Sen nerede oturuyorsun ki?"
"Yan taraftaki evde. Alt katta. Sana kitap okurken gördüğümü söylemiştim. Hatırlıyor musun? Sen sormamıştın ama cinayetten sonra burayı tutmuştum."
"Anladım. Ben seni lojmanda oturuyorsun sanmıştım."
"Sadece hafta sonları burada kalıyorum. Hafta içi karakoldayım."
(...)
"Neyse ben gideyim. Şimdi biri görürse yanlış anlar. Hoşcakal, bir de sabahları çıkarken üzerine bir şey al."
"Tamam. Teşekkür ederim."
Komutan gittikten sonra bahçede biraz oturdum. Omuzum da onun şalı, yan tarafta olduğunun bilinciyle güven duygusu sarmıştı içimi. Saat 08:00 de teyzem esneyerek yanıma geldi.
"Günaydın kuzum. Ne zaman kalktın sen?"
"Biraz önce."
"Ağladın mı sen?"
"Hayır, esnerken gözlerim yaşardı."
"İyi bakalım."Ellerini ayaklarına indirerek sabah sporu yapıyor bir yandan da konuşmaya devam ediyordu.
"Ela bugün hava çok güzel pikniğe gidelim mi?"
"Nerden çıktı bu şimdi teyze?"
"Değişiklik olur. Şimdi bir tepsi börek yaparım, çayda demleriz orada yeriz. Olmaz mı?"
"Peki, tamam."
Teyzem içeriye girdi. Ben şalıma sarılıp bahçede kaldım. Bir saat sonra mutfaktan gelen nefis koku bahçeyi sardı. Teyzem yiyeceklerimiz hazırlamış ben de Tarçını aldım düştük yola.
Teyzemle birlikte boş bir kamelya bulup oturduk. Tarçını da teyzemden uzak bir köşeye bağladım. İlerideki kamelyada oturan komutanı fark edince içimi bir sıcaklık kapladı. Arkadaşlarıyla otuyordu. Bir kaç defa bakışlarımı karşılayınca isteriksiz olarak gözlerimi kaçırdım. Neler oluyordu ki bana.
Halime Hanım bize doğru yaklaşınca bütün keyfim kaçtı. Tarçınla ilgilenmeye başladım. Hayta karnı da tok oluca oyular yapıyor karşılığında ilgi istiyordu. Kuyruğun sallıyor, patilerini ayaklarıma vurup yatıyor karnını okşamamı istiyordu. Bırakınca patisiyle vurarak uyarıyordu. Biz böyle oynarken Tarçın yine bir anda dikkat kesildi. Kulaklarını dikip kuyruğunu deli gibi sallamaya başladı. Bir şeyler sezdiği belliydi.
"Neler oluyor kızım?"
Acı acı ulumaya başladı. Tüm dikkatlerin üzerimizde olduğunu sezdim. Tasmasını çıkardım, göle doğru koşmaya başladı. Bende arkasında koşmaya başlayınca meraklı herkes peşimize düşmüş. Gölün oraya vardığımızda küçük bir çocuğun boğulduğunu gördüm. Tarçın önde hızlı hızlı koşarken;
"Tarçın atla kızım diye bağırdım."
Tarçın göle atlayıp çocuğa doğru giderken, arkasından bende atladım. Arkamdan "su dibine çeker atlama" dediklerini son anda duydum. Yüzmekte zorlanıyordum. Çok su yuttum ama pes etmedim. Tarçın çocuğa ulaşmış, şortundan tutmuş suyun üzerinde tutmaya çalışıyor beni bekliyordu. Sonunda yanlarına ulaştım. Çocuğu kucaklayıp, Tarçının tasmasına tutundum. Çok hareket etmeden kontrolü tarçına bıraktım.
Kıyıda önce çocuğu uzattım. Daha sonra Tarçını en son ben çıktım. Çocuğu düz bir zemine yatırarak suni teneffüs yaptım. Allah tan çok su yutmamış, biraz sonra öksürerek kendine geldi.
"Merhaba."
Deniz mavisi, korkmuş gözleriyle bana bakıyor, neler olduğunu çözmeye çalışıyordu.
"Ne kadar güzel gözlerin var senin."
Kalabalığı yararak gelen kadını görünce çocuğun yanından kalktım. Annesi olduğunu anladığımız kadın çocuğun yanına diz çökerek, çocuğun kafasını göğüslerine bastırdı.
"Yavrum, Allah seni bize bağışladı. Kuzum, güzel kızım."diyerek ağlıyor çocuğunu sarsıyordu. Tarçına döndüm, yaptığı işin gururunu taşıyordu. Göz kırptım. Dilini çıkarıp kuyruğunu sallamaya başladı. Kalabalıktaki uğultu artık tamamen anlaşılıyordu.
"Helal olsun. Nasılda kurtardınız çocuğu."
"Bu göle atlamak büyük cesaret."
"Allah razı olsun sizden."
Hepsine sessiz kalıp kafamı sallamakla yetindim. Çocuğun annesi de kendine gelip yanıma geldi. Ellerime sarılıp diz çökünce dayanamadım.
"Yapmayın lütfen kalkın."
"Sana bir değil bin can versem az olur. Sen benim evladımı oradan alıp çıkardın ya, söyle kızım ne yapayım senin için. Allah aşkına söyle, kulun olayım, kölen olayım nasıl ödeyeyim sana olan borcumu."
Kalabalık susmuş bizi dinliyordu. Komutanda o kalabalığın içinde olduğu için biraz utandığımı hissetim.
"Önce ayağa kalkın lütfen. Hah şöyle. Kızınızı ben değil köpeğim kurtardı. Ayrıca bulmamıza ve göle atlamamıza, o gölde boğulmamamıza Allah izin verdi. Ben ve köpeğim sadece elçiyiz. Kızınızın yaşayacak ömrü varmış. Bu yüzden bize bir şey borçlu değilsiniz."
"Allah senden razı olsun. Allah senide sevdiklerine bağışlasın."
"Teşekkür ederim."
Sahi sevdiklerine derken neden komutana bakmıştım ki?
font-family:"Times New Roman","serif";mso-bidi-font-family:Calibri;}