İmaret Cami’sini geçince, Kızılay Aşevi biraz ötesinde küçük köşede bir berber dükkânı. Kendimi Enver Ağabeyin berber dükkânında buluyorum. İlkokul yıllarım. Berber Enver’in dükkanını önünden at arabaları geçiyor.

Biraz ileride beş altı at arabası iş bekliyor. Yanında tuzcu dükkânı. Bir köşesinden Arastaya giriyorsun. Dükkândan aşağıya doğru inince etli ekmekçi Hulusi’nin etli ekmek dükkanı var, yanında uncu dükkanı, helvacı, tuhafiyeci dükkanları, zücaciye dükkânları var. Hava soğuk. Dükkân küçük ama içerisi sıcak. Dükkânın iki yönü cam olunca dışarıdan geçenlere bakıyorum. Herkes paltolu. Ben de paltomu çıkarttım, giriş kapısının yanında askıya astım. İlkokula gidiyorum. Babam getirmişti. Babam yan koltuğa oturmuş, ben berber koltuğundaydım. İlkokul yıllarım. öyle uzun  saçla okula  gitmek yasak. Saç kontrolü, tırnak kontrolü olurdu, Sonra ortaokulda, lise de de saç kontrolü vardı. Yılların verdiği bir alışkanlıkla saç–sakal kestirme alışkanlığını ilkokulda kazanmıştık. Saçlarımı kestirince kendimi daha bir güzel görür kendimi daha bir beğenirdim, çocukluk işte. Gençliğimde de böyle oldu, biraz uzayınca saçlarım sanki beni bunaltıyor, sıkıyor gibi gelirdi. Saçlarımı kestirince sanki daha bir şık, sanki daha önemli biri oluyordum. Ortaokul, lise yıllarında saç kestirmek zorunlu. Bir de sanki genç kızlar daha çok beğeniyor gibi gelirdi bana. Saçlarım kesilince, kahvelere, sinemalarda daha bir ciddilikle giriyor, mahallelerde daha bir afili geziyorum gibi gelirdi bana. Tabi bunda Berber Enver’in de saç kesimindeki ustalığı da vardı,

Bir el başımı yana çevirdi. Şimdi saçımın sağ tarafından kulağımın üstüne gelen saçlarımın kesilecek, favoriler kısaltılacaktı. Tanımadığım bir kişiyi görüyordum aynada. Yıllarla birlikte yüzüm değişmişti. Saçlarım açılmış, biraz da dökülmeye yüz tutmuştu.

Nasıl dalmışım geçmişe bilmiyorum ki, elindeki kağıdı uzatan bir kişi:  

“Müdür Bey” dedi bir ses, “beni de yazar mısın?”

Anıt Alanında bir berberdi kendisi, uzaktan tanırım, sanırım bir kez de tıraşa gitmişliğim vardı, “Yazarım, bir gün de berberlerle ilgili bir şey yazarım.” dedim.

“Yazılarınızı sürekli okuyorum, çok güzel konulara değiniyorsunuz”

Daha çok şeyler anlattı, teşekkür ettim.

Berber olduğunu bildiğim bir esnaf. Yazılarımdan tanımış, okumuş. Benim yazılarımı okuyan bir berber. Ya başkaları. Neler düşündüler hakkımda. Ya da sizin hakkınızda? Nasıl bir izlenim bıraktık, bizi bilenlerde, tanıyanlarda, çevremizdekilere.

Günler aylar geçer böyle. Bir berber dükkânı Enver Berber’den Anıt Alanındaki bir başka berbere, aynalarda geçen zaman, aynalarda geçen ömür.

İlkokul yıllarından, ortaokul, lise, birkaç üniversite, değişmeyen hiçbir şey yok gibi. Dükkânlar, evler, insanlar her şey değişmiş. Aynalarda fark ettim, yüzümüzdeki çizgiler, arkadaşlıklar dostluklar, sevgiler değişmiş. Ne çok sevilmeyecek, değer verilmeyecek insanları sevmiş, değer vermişiz. Ne boş gereksiz kişilerle zaman harcamışız. Yanlış kişileri sevmiş, çıkmaz sokaklara sapmışız.

Bugün Cumartesi Akşehir’de berber dükkânları bugün açık. Ya yarın? Kapalı! Niye, neden? Bilmem, kapalı. Mutlaka bir bildikleri vardır. O kadar da önemli değil. Ben de gider bugünden tıraşımı olurum. Kime gitsem? Enver Ağabeye mi? Tanır mı beni yıllar öncesinden ilkokul yıllarından kendisine gelen öğrenci müşterisini?

Zaman ne çabuk geçiyor. Yıllar uçup geçmiş. Yaşadım fakat yaşamamış gibiyim. Bir insan kırk yıl öncesine gider mi? Zaman çarkları bu kadar geriye döner mi? Berberden çıktım. Hava soğuk. Geniş bir asfaltta yürüyorum. Yabancı bir yerdeyim sanki. Akşehir ne çok değişmiş, ben, sen, o….değişmişiz.

Bir berber aynasında kalmış gençliğim, bir berber aynasında kalmış çocukluğum. Sonrasında bir türkü tutturmuşum kendi kendime “Getir berber getir de aynayı getir / Ak gerdan altına da al beni yatır/ Amman amman berberim amman/ Mis kokuyor ellerin amman…”