“Birine mi baktınız?” dedi bir ses.

“Evet” dedim. “Evet,” demesine ya o an kendime gelir gibi oldum. Neredeydim? Nasıl buraya gelmiştim? O an kendime gelir gibi oldum. Gerçekten neredeydim? Konuştuğum kişi koca bir alana arabasını bırakan bir kişi, hırdavatçı olduğunu sonradan öğrendiğim bir genç; “Ben buraya yeni taşındım. Buranın yenisiyim. Eğer ki buradan birisini soruyorsanız, karşıdaki komşulardan sorun?” dedi. “Hayır” dedim. “Kimseyi aramıyorum.”

Ayaklarım beni istemsizce Eski Buğday Pazarı’na getirmişti.

Şöyle bir bakındım etrafıma, şurada Demirbaşların apartmanı vardı. Apartmanı yerinde. Biraz ötede iki marangoz dükkânı vardı. Onun yanında Nadirli Motosiklet Tamircisi Mehmet Usta. Onun akrabası Ali Usta. Dükkânların önü motosikletlerle dolu olurdu. Kimisinin tekeri patlamış, kimisinin karbüratörü pislenmiş. Ustaların üstü başı yağ içinde, bir motosikletten bir motosiklete giderlerdi. Bazen ellerinde üslüp, bazen anahtarlarla. “Tamam” derlerdi, motosiklet, buğday pazarını çıkmadan, “hoppp!” tekrar motosikletçinin önünde. Dükkânın önünden ayrılmasıyla dönmesi bir olurdu.

Şimdi Buğday Pazarı’nda motosiklet tamircisinin, marangozun işi ne diyebilirsiniz? Vardı işte! Hatta Buğday Pazarı’nın aşağısında birahaneler vardı. Efendime söyleyeyim, hırdavatçılar, camcılar, kahvehaneler de vardı. Buğday Pazarı Akşehir’in ticaret merkeziydi de diyebilirim Ben öyle düşünüyorum. Hele ki Perşembe günleri. Köyden, kentten buraya akın akın köylüler gelir, bu civarda bulunan dükkânlardan alışveriş yapalardı. Eski Buğday Pazarı öylesine işlek bir yerdi.

 Burada sıra sıra dükkânların yanında oduncu Erol. Kocaman bir hızar makinası vardı. Dükkânın dışı tellerle çevriliydi. İçerisi odun dolu. Sürekli odun biçerdi. Öyle de bir hızar sesi vardı ki. Zarrrr, zarrrr! Gece gündüz çalışırdı. Tabii o zamanlar doğalgaz ara ki bulasın! Odun ve kömür bir numaralı yakacak. Böyle bir sokaktı burası. Eğri büğrü bir sokak. Toprak taşlı bir sokak. Dükkânların karşısında da o kadar çok zahireci vardı ki! Her yer zahireci dükkânı. İnanmayacaksınız biliyorum fakat Akşehir Ticaret ve Sanayi Odası da buradaydı. Her gün kamyonlar dolusu buğday gelirdi. Helezonlar kurulurdu. Görürdüm.

Güvercinler buğdayları yemek için çatılardan uçuşarak buğdayların üzerine inerdi.

Buğday Pazarının bu sıralı dükkânların karşısında sobacı vardı. Dükkânın önünde kuzine sobalar, çeşit çeşit. Ucuz, pahalı. Fakat hepsi de kaliteli sobalardı.

Sonra marangozların tel dolapları, gelinlik sandıklar dükkânların önünde sıralı. Tel dolap değince, bunlar da iki çeşit olurdu. Bir seksen santim kadar üstü ve altı kapaklı, düz tel dolap, bir de önü çıkıntılı tel dolap olmak üzere iki çeşit. Üstlerine genelde yemek konulur, alt kapaklarını açınca teneke yağlar, kışlık bakliyat konurdu. Üst kapakların altında iki çekmece olur. Bunların birisine kaşık, diğerine de çatal, bıçak filan konulurdu. O zamanlar tel dolaplar çok revaçta idi. İsteğe göre de bazı tel dolaplar boyattırılırdı. Şimdiki bazı buzdolaplarının boyalı versiyonu gibi düşünün. Ayrıca üst kapaklarla, çekmece arasına da isteğe göre sürgü camlı büfe tarzı bir bölüm yapılırdı ki buraya da çay bardakları, su bardakları, fincanlar filan konurdu.

Yine gelinlik sandıklar. Suntadan ve cevizden olmak üzere iki çeşitti. Cevizden olanlar ustasını bayağı bir uğraştırırdı. Bir de bu sandıkların içerisini altın koyma yeri yapılırdı. Küçük bir bölüm. Ziynet eşyalarını koymak için. Kilitlerini ve sandık ayaklarını yapmak da ayrı bir ustalık isterdi. Yine ceviz sandık yapan Akşehir’de birkaç nadir usta vardı. Çok zahmetli ve uğraş isteyen bir işçilik olduğu için fazla bu işi yapan usta yoktu.

Buğday Pazarı içerisinde birkaç tane de terzi vardı. Erol Ekmek Fırını yapılmadan önce bu fırının tam da karşısındaydı. Tam köşede bir terzi vardı. Terzi ile bu fırın karşısındaki apartman da sonradan yapılmıştı.  

İlk anda aklıma geliveren bir Ticaret Merkezi gibiydi Eski Buğday Pazarı.

Sonra buradaki dükkânlar bir bir kapandı, Yeni Sanayiye taşındı.

Zahire dükkânları yıkıldı.

Marangozlar, motor tamircileri, terziler, hırdavatçılar gitti. Sonra, unutuyordum, Akşehir’e dışarıdan gelen Hurdacı vardı. Tam da Buğday Pazarının karşısında. Kocaman bir alanı kaplıyordu. Hurdacıların tek tekerlekli arabaları olurdu. Hurdacılık yapan üç beş kişi bu arabalarla akşama kadar Akşehir’de mahalle mahalle dolaşır topladıkları hurdaları akşam buraya getirirdi. Sonra biriken tüm hurdalar bir kamyona yüklenerek büyük şehirlere götürülürdü.

Ben yıllar gerisine nereden gittim? Bilmiyorum ya zaman zaman böyle yıllar gerisine giderim. Acaba geçmişin Eski Buğday Pazarı şimdiki Buğday Pazarı’ndan daha mı iyiydi? Bilmem.

Yürüdüm, kendi kendime. Yürüdüm geçmişten günümüze. Neyi arıyordum? Geçmiş gerçekten geçmiş miydi? Aradığımı bulabilecek miydim? Hızlı hızlı geçtim zaman tünelinden. Köşedeki büfeden bir gazete aldım. İlk sayfasından canım sıkıldı. Trafik kazası, cinayet, savaş…Ceketimin cebine koydum gazeteyi. Gerçek hayat buydu, ister istemez döndüm bugüne, hayatın gerçeklerine.  (Akşehir -2023)