Yağmur yağmıştı. Soğuk bir hava. Çamura çirkefe bata çıka yürüyorduk. Bazen düşer gibi oluyorduk. Sokak köşelerinde soğuk hava, rüzgâr tokadını suratımıza yapıştırıyor, yağmur göz açtırmıyordu.
Yağmurda okula gitmek zorundaydım, gitmeliydim. Nerede elli yıl öncesi okul servisleri. Bizim kuşak okula yürüyerek gidip gelen bir kuşaktı. Elimde kocaman bir çantam diğer yanımda arkadaşım vardı. Rüzgârın sesinden yağmurdan sesini duyuyordum ama arkadaşımın sesini anlamıyordum. Yağmurda çok yavaş ilerliyorduk. 1975’li yıllar sene olmuş 2024 kaç yıl geçmiş. 1975’den 2000‘e yirmi beş yıl, üzerine bir de 24 ekle etti mi sana tam 49 yıl. Dile kolay! Çok yavaş ilerliyorduk, hatta ilerleyemiyor geri geri gidiyorduk. Yollar hatırladığım kadarı ile taştan yollardı, sonra bir ara asfalt oldu. Taş yapıldı yollar kötü oldu, asfalt yapıldı yine kötü oldu. Yalnız 50 yıl öncesi Akşehir’i şimdiki halinden çok daha güzeldi. Her zaman her zaman yürüdüğüm bu Hıdırlık Yolu ne güzel bir yoldu. Bakın şimdi Hıdırlık yolundan şehre doğru inerken burada Lunapark kurulurdu. Yine bu yol üzerinde geliş yönünde sol tarafta o zamanlar henüz Kantarcıların evi filan yapılmamış o kısımlar bahçeydi. Biraz ilerleyince Hacı Yahyaların bahçesi vardı, içerisinde meyve ağaçları ve mısırlar... Bu bahçenin Kızılca’ya çıkan yolunun üst kısımları sağlı-sollu boştu. Buralarda mahallenin gençleri top oynardı. Neyse başka bir zaman da Kızılca’ya doğru çıkarız, bugün şehre doğru yol alalım. Hıdırlık yolunda yürüyelim. Her zaman gittiğimiz yol. Gülüşerek, itişerek, oyunlar oynayarak gittiğimiz bu okul yolu. Bu yol Bandocu Ahmet Ağabey’in bakkal dükkanından üç yola birden ayrılırdı. Şimdi kafe olan yer. Tam da bu köşe başında Bandocu Bakkal Ahmet Ağabey’in bakkal dükkânı vardı ki tüm mahallenin, hatta Akşehirlilerin sevdiği bir ağabeyimizdi. Bandocu ismini Akşehir Belediyesi’nde bando takımından emekli olmasından almıştı. Akşehirli tanınan ve sevilen bir ağabeyimizdi. Benim ilkokul yıllarında ilk Gırgır Dergilerini aldığım ağabeyim. Yine bu yol üzerinde Kılınçlar Apartmanı vardı, yolun sol tarafında, sağ tarafındaki apartmanlar sonradan, yıkılanların yerine yapılmıştır ki bu apartmanların arka kısmında da bir boşluk vardı artık yıkılan evlerle birlikte bu boşlukta yapılan evlerle yok olmuştur. Biraz ileride emniyetten emekli bir bekçi ağabeyin bakkal dükkânı, onun ilerisinde yine bir bakkal dükkânı ve İmaret Cami sizi karşılardı.
Sınıfa girdi. Ne yağmur ne kâr ne rüzgâr. Elli yıl öncesinin yollarını düşünün ne tümsek var ne çukur, ne engebe. Yollar bozuk ama son elli yıl kadar bozuk değildi bu yollar. Taş mı yollar, taş olsun, asfalt olsun fakat yol yol değil, atıyorum yağmur yağmış göçmüş yol, girdin mi arabayla ne rot kalacak ne balans, hızlı isen Allah muhafaza… Git anlat derdini Marko Paşa’ya… Toz. Toprak. Ciğerlerin toz toprak soluyor. Bu nedir? Tamir -bakım mı? Bulmaca gibi. Ben anlamıyorum. Bir yol dörde ayrılıyor. Üçü kapalı. Geçtim birinden akşam döneyim desen açık olan kapalı. Dön baba dönelim babam.
Sınıf ne kadar sıcaktı. İçi ısındı. Sınıf Öğretmenleri Müzeyyen Yaman ‘ın bugün de ne güler yüzü vardı. Yağmurlu soğuk havayı ve adeta sınıfı ısıtıyor, odayı aydınlatıyordu. Öyle çalışkan bir öğrenci değildim, tembel bile sayılırdım. Hasan ile aynı yolu yürürdük, yaz kış. Hıdırlık yolundan Cumhuriyet ilkokulu’na. O yıllardan kimler kalmış hatırımda. Soner vardı, Muhammed, Hanife, Mehmet. İsmail … anımsayabildiklerim. Sınıfın birincisi kimdi, kim ikincisiydi hiç hatırlayamıyorum.
Bundan elli yıl kadar önce hatırladığım, Akşehir elli yıl sonrasından yolları ile daha güzeldi, arkadaşlıkları ile dostlukları ile bence çok daha güzel!
O gün okuldan çıktığımda şehirde vitrinleri seyrederek yürüdüm. Hava soğuktu ya olsun! Ellerimi birbirine sürterek bu şekilde soğukluğunu gidermeye ellerimi ısıtmaya çalışıyordum. Sinemalarımız dedim, Biraz ilerde Saray Sineması’nın dükkânın önü, merdiven çıkışı, kaldırımın başından on ayak merdivene kadar dolmuş taşmıştı. Sinemanın müziği Anıt Alanı’nı kaplıyordu…. Ya şimdi yürüdü boş anıt alanında…
Farklı ve garip düşünceler içerisinde Güvendiklerin yazlık sinemasının önünden aşevine doğru yürüyordu. Tenha bir sokağa saptı. Toprak damlı evler, küçük birkaç katlı apartmanlar vardı.
Evin yolundaydı. Elli yıl önce bu yol çok daha güzeldi diye içerisinde geçirdi. Gene yağmur yağıyordu evine dönerken. Yıllar öncesini hatırladı. Bu yollar, bu evler ve yağmur. Sanki her şey eskisi gibiydi. Eskinin elli yıl öncesinin Akşehir’i daha güzeldi Bu şehirde yitirdiğimiz çok şey vardı, şimdi ne yazlığı vardı Saray Sineması’nın ne kışlığı, ne Uzay Sineması vardı ne Uğur Sineması. Hatta ne eski belediye binası vardı ne eski belediye düğün salonu. Ne eski otogarı ne şehrin ortasında ki kütüphanesi. Eskinin Akşehir çok güzeldi.
Yıllar geçti anılarla. Güzel günlerle. Yıllar en güzel günlerimizi ve sanırım şehrimizin güzelliklerini de bizden aldı götürdü. Sabah işimize akşam evimize dönüyoruz, bazen anılarımıza. Gençliğimiz geçti gitti şehrimizin de sanırım eski gençliği güzelliği kalmadı.
Yağmur da öyle bir güzel yağıyordu ki. Ara sokaklardan, çamurlardan yağmur sularından soluk soluğa Yaşar Cenikoğluların evinin önünden. Fatma Bakırellerin sokağının önünden, Erkök Avcıoğlu Ağabeylerin evinin önünden Cumhuriyet İlkokulu’nun sonra Makinist Mavililerin evinin önünden, Gazeteci Ahmet Şener ve İğneci Nuri Efendilerin evinin önünden geçtim. Bütün evlerin ışıkları yanıyordu. Bir evden radyo sesi geliyor, yine bir evin mutfağından yemek kokuları dar sokağı kaplıyordu. Uzun uzun kapıyı çaldım. Annemin terlik sesi hala kulaklarımda. Kapıyı açtı. Han kapısı gibi kapınım gıcırtısı Çay Mahallesini kapladı. “Gel bakalım!” dedi. İçeri girdim. Babam gelmiş. “Gir!” dedi. Odaya girdim. Çocukluğum ve Akşehir artık yıllar öncesinde kalmıştı. Elli yıl geçmiş çocukluğumdan, içimde bir burukluk, bir üzüntü duydum. Sonra mı unutamamışım ki oturdum yazdım. (18/10/2024-Akşehir)