Salı günü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlediği, “Türkiye’de Gazeteci Olmak Gazeteci Kalmak” başlıklı toplantıya katıldım. Toplantıda konuşmacı olarak çağrılan duayen gazeteciler; gazetecilerin yaşadıklarını anlatırken, günümüz Türkiye gerçeğine de çarpıcı tespitlerle değindiler.

Tıpkı benim bu köşeden sizlerle paylaştığım son iki yazı da olduğu gibi ülke gerçekleri dillendirildi. Malum önümüzde çok yakın zamanda ülkenin her kesimden insanını ilgilendiren bir numaralı gündemimiz olan yerel seçimler var. İşte bu sebepten ötürüdür ki bu yazıda da katıldığım toplantıdaki üstadların konuşmalarından da alıntılar yaparak ülke gerçeklerini yazmaya devam etmek istiyorum.

Duayen gazeteci Zeynep Oral’ın yaptığı konuşmanın bazı kısımları şu şekilde,

“...Nedir bugünün gerçeği: Yokluk, yoksulluk, yalan ve talandır. Cehaletin yüceltilmesidir. Algı operasyonlarıyla gericiliğin, baskının, otoriter tek adam rejiminin keyfi yönetimidir. İtibardan tasarruf edilmez gerekçesiyle, milletin, topraklarımızın, doğamızın, denizlerimizin, havamızın sömürülmesidir. Geleceğimizin ve bağımsızlığımızın ipotek altına alınmasıdır! Demokrasinin olmazsa olmazı sayılan, Anayasamızın, laikliğin, toplumsal adaletin, hak ve hukukun yok edilmesidir. Dinsel gericilik, ülkemizde yıllardır bir siyasal sömürü aracı olarak kullanılıyor ve kullanılmakta. 60 küsür yıldır gazeteciyim. Yaşamımın hiçbir döneminde kendimi bunca aciz, bunca tedirgin, bunca -umutsuz demeye dilim varmasa da- bunca utanç içinde duymadım, hissetmedim. Ne 12 Eylül'de. Ne 28 Şubat’ta, Ne de 12 Mart’ta! Hiçbir askeri darbede, sivil darbede yaşadığım mantık ve akıl dişiliği yaşamadım. Hiç bu kadar belirsizlik İçinde kalmadım. Hiç bu kadar haince bir ayrımcılık yaşamadım! Kendimi sadece bir gazeteci olarak değil, aynı zamanda bir kadın olarak da tehdit altında hissediyorum. Gazetecilik yalnızca halkın özgürce olup bitenlerden haberdar edilmesi değil, aynı zamanda da demokratik ülkelerde yöneticilerin doğru kararlar almaları için onların uyarılması işlevini gören bir meslektir. Yürütme, yasama ve yargı karşısında bu yüzden basına ‘Dördüncü Kuvvet' denmektedir. Ancak ilk üçünün olmadığı ortamda elbet durum da farklı.

Türkiye'de gazeteci dendi mi kimilerine göre ’ya bizdensin ya da düşmansın, vatan hainisin, olmadı teröristsin."

Konuşmasının son cümlelerini aldığım ikinci isim ise Pakrat Estukyan. Onun konuşması ise tıpkı benim bu köşeden hemen her yazıda vurgulamaya çalıştığım, “gelin birlik olalım, dikkatli olalım, aklımızı kullanarak hedeflerimize yürüyelim” tarzı bir konuşma.

“...Biz hala millet kavramını özümseyemedik. Cumhuriyetin 100. yılı gibi keşke millet olmanın da 100. yılını kutlayabilseydik. Bu memleketin insanları çok güzel. Memleket dünyanın en güzel memleketi. Ancak bu en güzel memleket alabildiğine sömürülüyor, talan ediliyor. İnsanlar ırkçılıkla, milliyetçilikle ve dinsel fanatizmle zehirleniyor.”

Bu alıntıları sizlerle paylaşmak daki amacım, yılda bir kez yapılmakta olan bu önemli toplantıya verdiğim önemin dışında aynı konuları benimde bu köşeden dilim döndüğünce sizlere aktarmaya çalışmam ve bu düşüncelerimde yalnız olmadığımı duayenlerin de ağzından sizlere ulaştırmak istemem. Bu söylemlerde de görüleceği üzere; ülke bizim hiç alışık olmadığımız, bugüne kadar benzerini yaşamadığımız bir ortamın içinde. Bir önceki yazımda da vurgulamaya çalıştığım gibi ülkemiz ve gelecek nesillerimiz tehlikede. O sebepledir ki çok az bir zaman kalan yerel seçimlerde, seçmen olarak son derece akıllı bir yaklaşım sergilememiz, bugüne kadar yaşadıklarımızı akıl süzgecinden geçirerek oy kullanmamız gerekiyor.

Sonuç: 66 gün sonra karşı karşıya kalacağımız seçim sonuçlarının, bugün yaşadığımız tüm olumsuzluklardan sıyrılabileceğimiz günlerin habercisi olması umuduyla.