Sevgili Akşehirliler ülkemiz, şehirlerimiz dolu dizgin seçim mahalline girmişken hepimiz bugünümüz ve geleceğimiz için kararlar vermek durumundayız. Öyle ki bu kararlarımızla, şehirlerimizin ve yaşantımızın, uzun vade de karanlığa mı yoksa aydınlığa mı yol alacağını seçmiş olacağız. Elbette seçimlerimiz ne olursa olsun, 1 Nisan’dan sonra yaşamlarımız devam edecek. Ancak bilmeliyiz ki Şehrimizin ve yaşamlarımızın geri kalan kısmında yapmış olduğumuz bu seçimler hep bizimle birlikte olacak.

Büyük resimden bakacak olursak da şehirlerimiz de daha müreffeh bir yaşam uman bizlerin topyekûn ülke genelinde mutlu yada mutsuz bir yaşam sürme seçeneğini elimizde tuttuğumuz gerçeği ile karşı karşıyayız. O sebepledir ki tüm yurttaşların hem seçime eksiksiz/yoğun bir katılım göstermesi hem de kararlarının; şehirlerini ve elbette kendilerini/gelecek nesillerini, ne yöne götüreceğinin farkında olmaları gerektiğini düşünüyorum.

Böyle bir ortamda Mustafa Kemal Atatürk’ün “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.” veciz sözünü anımsayarak, sanatla kalın diyorum. Ve Nazım’ın güzel Türkçesiyle kaleme almış olduğu, “YAŞAMAYA DAİR” şiiri ile baş başa bırakıyorum sizi,  

 YAŞAMAYA DAİR / NAZIM HİKMET

Yaşamak şakaya gelmez,

Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

Bir sincap gibi mesela,

Yani, yaşamın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden

Yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.

 

Yaşamayı ciddiye alacaksın,

Yani, o derece, öylesine ki,

Mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,

Yahut, kocaman gözlüklerin,

Beyaz gömleğinle bir laboratuvarda

İnsanlar için ölebileceksin,

Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,

Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,

Hem de en güzel,

En gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.

 

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,

Yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,

Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,

Yaşamak, yani ağır bastığından.

 

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,

Yani, beyaz masadan

Bir daha kalkmamak ihtimali de var.

Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini

Biz yine de güleceğiz anlatılan bektaşi fıkrasına,

Hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,

Yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz

En son ajans haberlerini.

 

Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,

Diyelim ki cephedeyiz.

Daha orda ilk hucumda, daha o gün

Yüzükoyun kapaklanıp ölmekte mümkün.

Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,

Fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz

Belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu

 

Diyelim ki, hapisteyiz,

Yaşımızda elliye yakın,

Daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.

Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız,

İnsanları, Hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla

Yani, duvarın arkasındaki dışarıyla.

 

Yani, nasıl ve nerede olursak olalım

Hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak…

 

Bu dünya soğuyacak,

Yıldızların arasında bir yıldız,

Hem de en ufacıklarından,

Mavi kadifede bir yıldız zerresi yani,

Yani, bu koskocaman dünyamız.

 

Bu dünya soğuyacak günün birinde,

Hatta bir buz yığını

Yahut ölü bir bulut gibi de değil,

Boş bir ceviz gibi yuvarlanacak

Zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

 

Şimdiden çekilecek acısı bunun,

Duyulacak mahzunluğu şimdiden.

Böylesine sevilecek bu dünya

“YAŞADIM” diyebilmen için…

 Sonuç: Şehirlerimiz için aldığımız kararların, mutlu bir yaşam süreceğimiz aydınlık yarınlara kavuşturması dileğiyle.