Yaşıyor gidiyoruz. Günlük koşuşturma içinde. Evden işe, işten eve. Günlük yaşam. Kimimiz bir tezgâhın kimimiz bir masa başında. Hayatın hay-huyu içerisinde. Sabahtan bir koşturmadır başlar.

Saatin çarkları gibi hayat. Hayatın çarkları içerisinde dönüyoruz, ayrıca ben hayatı dönme bir dolap gibi de görüyorum ya da hayat bana öyle geliyor. Sabahtan kalk, yüzünü yıka, kahvaltını yap, fırla sokağa! Koş işine!  

Ortaokul yıllarında bir arkadaşım vardı, kendisiyle yaşıttık. Arkadaşın şiire karşı bir hevesi vardı, sonrasında lise yıllarımda bu heves hiç geçmedi. Tabii okul sıralarında yarışmalarda ve ilçe düzeyinde şiir yarışmalarında kazandığı ödüller de hevesini bir o kadar tetikledi. Hiç kimsenin cesaret bile edemediği bundan tam da 34 yıl kadar önce şiir sergisi de açmak neydi? Git efendi efendi kitabını oku, yine şiir yazacakmışsın şiir yaz, değil mi? Hem şiiri kim okurdu ki?

Geçen gün anlatıyor,  şehrin işlek bir bulvarında bir kahvenin camekânına yakın bir masaya oturduk, ben de dinliyorum, o anlatıyor. Biraz da asabi;

-Böyle bir şey olur mu?

-Nasıl bir şey?

-Şiir sergisi açacağım, kavun karpuz festivali var, bir yer de bana tahsis edin, diyorum,

-Eeee!

-Yer yok! diyorlar.

Bu arada garsona iki çay söylüyor.

-Nasıl yer yok?! Diyorum ya, içimden de şiir sergisi istemiyorlardır, onun için yer yok demişlerdir, diyeceğim ya söyleyemiyorum.

Ortaokuldan arkadaş işte. Yaşıtız. O zamanlar nerede daktilo, nerede bilgisayar. El yazısı ile defterlere şiirler yazar, sürekli de bana okurdu. Genelde aşk şiirleri. Yalnız güzelde yazardı, yalan yok. Şairi  öldür fakat hakkını ver. Yazdıklarını okuduğu zaman da öyle güzel okur öyle güzel okurdu ki. O ve ben ikimiz sınıfın, hatta okulun iki şairiydik. Şiirleri gerçekten güzeldi. Hele ki o yaşlarda daha bir güzel geliyordu bizlere. Hatta bazı arkadaşlar sevgililerine de şiir yazdırmak için ona gelirdi. Okulun şairiydi diyebilirim.

Kendisini yıllardır göremiyordum. O gün bulvarda karşılaşmıştık. Kaç yıl geçmişti okulu bitireli. Otuz, kırk… Kaç yıl sonra rastlamıştım.

-Yer yok, demezler mi?

-Sana bir yer bulamadılar mı? demiştim hayretler içerisinde,

-Bulamadılar. Siz yer bulamazsanız bulamayın, dedim, hem de kasabanın en işlek bir yerinde şiir sergimi açmıştım.

Çaylar geliyor.

Arkadaş:

-Müdürüme ver, diyor, önce müdürüme.

Garson saygılı:

-Buyur müdürüm diyerek, çayı masanın kenarına bırakıyor, arkadaşın çayını da.

Arkadaş:

-Benim şiir sergim, o yıl açılan resim ve fotoğraf sergilerinden, diğer pek çok sergiden daha fazla okunuyor, geziliyor.

Bir sigara yakıyor.

-Sonra senin diyorum, bir de öykü yazarlığın vardı?

-Sorma, diyor, gözleri ortaokul yıllarındaki coşkuyla. Benim bir de bu yönüm vardır.

-Güzel öykülerin vardı. Yazmayı bırakmadın değil mi?

-Bıraktım, dedi.

-Öykü yarışmasına katılmıştın bir ara?

-Doğrudur. Katıldım. Hayatında hiç öykü yazmamış, belki de öykü dahi okumamış insanı öykü yarışmasında jüri seçtiler iyi mi?

-Öyle şey mi olur ? diyorum.

-Olur. Bak anlatayım. Düşün şimdi. Bir öykü yarışmasında Türkiye’nin en ünlü öykü yazarlarından bir veya iki kişi jüri. Öykü yazarlarından aklına kim geliyorsa onu jüri üyesi olarak düşün. Bir tane de laf olsun üye sayısı dolsun diye şairden jüri.

-Öykü yarışmasına şair…İlginç.. diyorum.

-Evet, ilginç.

-Türkiye, hatta dünya çapında tanınmış öykü yazarının bir öyküye en yüksek notu verirken şairin sıfır vermesi.

- Hadi canım sende. Olabilir mi?

-Gülüyor…

Gülüyorum:

-Gerçekten ilginç diyorum, senin şiir hakkında düşüncelerini de çok merak ediyorum diyorum.

-Müdürüm diyor, arkadaş, ben öyle vıttırıvızzık şiirleri sevmiyorum. Bazı yazılanlara şiir bile diyesi gelmiyor insanın. Şiirden başka her şeye benziyor. Akşama kadar ben öyle vıttırıvızzık ondan fazla şiir yazarım.

-Vıttırıvızzık?! Diyorum.

-Anlamsız. Kelimelere karşıtlıklarla anlam yükleme. Saçma tasvirler. Akmayan cümleler. Noktası, virgülü olmayan mısralar. Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı…

Sonra bir çay daha söylüyor. Yıllardır arkadaşımı görmemiştim. Liseden sonra okullarımız, yollarımız ayrılmıştı. Bulvarda rastlamıştım. Selam vererek yanıma gelmiş, önce o beni tanımıştı. Saçları açılmış, resmi bir dairede çalışıyor, kravat takmış, kılınç gibi elbisesi de ütülü arkadaşım benim. Ayak üstü hoş beş etmiş ardından kahveye girmiştik. İki çocuğu olmuş. Biri üniversitede biri de lisede. Kız üniversitede oğlan lisede okuyormuş. Kendisi bir kamu kuruluşunda çalışıyormuş. Görmeyeli bayağı bir yaşlanmış.

-Yazılarını okuyorum, dedi.

-Sen? dedim.

Gülümsedi.

-Bıraktım fakat okuyorum, okumayı seviyorum, dedi.

Kahveden ayrıldık, Kimin hayatta ne olacağı belli olmuyordu. Oysa ortaokul ve lise yıllarında ne çok yazmayı severdi. Hayat gariptir. Hayatta ne isteriz de ne oluruz, savrulur gideriz, öyle değil mi?

(Akşehir -2024)