Öncelikle Nasreddin Hoca’nın hayat hikayesini bilimsel ve tarihsel olarak yazamadık. 13. yüzyıldan beri ziyaret edilen bir türbesinin olmasına rağmen Nasreddin Hoca’nın hiç yaşamadığını iddia edenler bile vardır. O zaman bize düşen öncelikle Nasreddin Hoca’nın öz geçmişini yazmaktır.
Nasreddin Hoca’nın özgeçmişi fıkralarına dayalı olamaz. Çünkü bu fıkralar Türk’ün yaşanmışlık süzgecinden geçerek oluşmuş fıkralardır. Fıkraları ele alarak yazılacak bir Nasreddin Hoca hayat hikayesinin gerçekçiliği olamaz. Çünkü fıkralarında Hoca bazen çiftçi, bazen kadı, bazen de hırsız gibi rollere girmektedir.
Nasreddin Hoca’yı tarih kitaplarında aramak da hatadır. Çünkü o yönetici takımından değildir. O bir halk filozofudur. Halk hiçbir zaman yönetim kademesinde olanları fıkralarında haklı çıkarmaz. Nasreddin Hoca halkın yanında, yöneticilerin karşısındadır. Dolayısıyla yöneticilerin yazdırdığı “Tarih Kitaplarında” yeri yoktur. Evet Selçuklu dönemi tarih kitaplarında Nasreddin adı geçer. Ancak bu Nasreddinler bizim halk filozofu Nasreddin Hoca değildir. 1200 ile 1300 yılları arasında yaşayan 20’ye yakın Nasreddin adlı kişiye tarih kitapları yer vermektedir. Hatta bunların bazıları Nasreddin Hace olarak geçer. Ancak bu Nasreddinler halk filozofu, gülümsetirken düşündüren Nasreddin Hoca değildir. Zaten bunların hiçbiri Akşehir’de ölmemiştir.
Edebi olarak yazılan bazı mektup ve hikaye kitaplarında (Mevlana- Ahi Evren gibi) Nasreddin Hoca fıkralarına rastlanması onları halk filozofu Nasreddin Hoca yapmaz. Nasıl ki günümüzde pek çok yazar Nasreddin Hoca fıkralarını kendi yazılarında kullanıyorsa o devir de de halk arasında yaygınlaşan fıkraları alıp yazılarına koymuşlardır.
Günümüzde Nasreddin Hoca’nın hayat hikayesini; fıkralarından, eski yazılanlardan ve mezar taşından yararlanarak bölük pörçük yazanlar vardır. Ancak bu kişiler Nasreddin Hoca’nın yaşadığı coğrafyaya hâkim değiller ve onun yaşadığı tarihte Akşehir’deki olayları etraflıca bilmiyorlardı. Farklı farklı kişilerin yazmış olduğu anekdotları birleştirerek hayat hikayesi oluşturmaya çalışmışlardır. Bu durumda pek çok hataya ve tartışmaya yol açmıştır.
Öncelikle Nasreddin Hoca, Akşehir’de yaşamıştır. Ancak Akşehir günümüzdeki gibi küçük bir ilçenin değil, bir bölgenin adıydı. Eğer vakıf ve tahrir defterleri incelenirse Akşehir’in sınır komşu illeri Konya, Afyon, Isparta, Antalya ve Ankara illeri olduğu görülür. Selçuklu devrinde Akşehir coğrafi bir merkezdi. Karaman eyaletinin üç vilayetinden biri idi. Diğer vilayetler ise Konya ve Larende’dir.
Günümüzde olduğu gibi köylerde doğup büyüyenler daha iyi ve yüksek eğitim alabilmek için bağlı bulundukları veya en yakın şehre göç ederler. Orada daha iyi okullar ve öğretmenler vardır. Aynı yolu Nasreddin Hoca da izlemiş, Akşehir ve Konya’ya giderek medreselerde ilmini ilerletmiştir.
Akşehir, 1200’lü yıllar öncesinde tam bir savaş alanıdır. Haçlı- Selçuklu savaşları, Bizans-Selçuklu savaşları zaman zaman şiddetlenerek 100 yıl sürmüştür. Akşehir top gibi devamlı el değiştirmiş ve yakılıp yıkılmıştır. Nitekim 1145 yılında Bizans İmparatoru Selçuklu ülkesine yaptığı seferde Türklerin kahramanca ülkesini savunmasını görünce artık işgal ettiği Akşehir’e kalıcı olarak sahip olamayacağını anlayınca şehri yakıp yıkmış ve taş taş üzerinde bırakmamıştır. Hristiyan halkını da İstanbul tarafına göç ettirmiştir.
İşte bu tarihten itibaren 45 yıl boyunca Akşehir (Philomelion) ıssız kalmış, üzerinden kuşlar bile uçmamıştır. 1190 yılında Akşehir’de yapılan Bizans- Selçuklu Savaşı’ndan sonra artık Akşehir (Philomelion) Türklere kalınca şehir “Akşehir” adıyla yeniden şenlenmeye başlamıştır. Selçuklulardan kalan şehir içindeki cami, mescit, minare, medrese, çeşme, köprü gibi binaların kitabeleri bu şehri şenlendirme yılları olan 1200-1240 yılları arasında yapıldıklarını yazmaktadır. Nasreddin Hoca; Seyyid Mahmut Hayrani, Mesut Paşa, Hacı İbrahim Veli Sultan’ın dedesi İbrahim gibi bu tarihlerde Akşehir’e taşınmıştır.
Nasreddin Hoca’nın taşındığı köyüne rahatlıkla gidip geldiği bilinmektedir. Ulaşım araçlarının at, eşek, deve olduğu bir dönemde kısa zamanda köyüne gidip gelmesi köyünün Akşehir’e yakın olduğunu gösterir.
Yaklaşık 900 yıl önce coğrafi olarak Akşehir’i bugünkü gibi düşünmek hatalıdır. Çünkü Akşehir ve çevresi sık sık deprem olan bir bölgedir. Yine Akşehir, Sultan Dağları’ndan gelen sel suları nedeniyle ırmakların yerleri ve yolları değişmiştir. Örneğin tarihi kayıtlarda Kozağaç Mahallesi’nin ortasından ırmak geçtiği yazılıdır. Günümüzde köyde 80-90 metre derinlikte açılan kuyulardan suyun alttan göle doğru aktığı belirlenmiştir. Bu arada eskiden beri Akşehir’de rüzgâr çok kuvvetli fırtına şeklinde estiğini ve yeryüzü şekillerini değiştirdiğini unutmamalıyız. Atalarımız Akşehir’in yelden yok olacağını söylemişlerdir.
Nitekim Akşehir ovasındaki pek çok köy toprak altında kalmış ve höyükler oluşmuştur. 1200’lu yıllarda Akşehir’in yeniden şenlendirilmesi sırasında ovada bulunan her suyun başına bir oba göç etmiş ve bir mahalle kurmuştur. Bu yerleşim yerlerinden bir de Sivrice Höyük denilen Maarif, Karabulut ve Ortaköy üçgeninde bulunan yerdir. Akşehir’e yakın olması ve tarihi kayıtlara uygun olması nedenleriyle Nasreddin Hoca Sivrice Höyük’te doğmuştur. Doğum tarihi yine Akşehir’in şenlendirme tarihleri içinde (1208) olduğu kabul edilmiştir. Fakat zamanla pınarın kayıp olması, Akşehir gölünün büyümesi gibi nedenlerle Nasreddin Hoca ailesi yakındaki Ortaköy’e taşınmıştır. Bu durum vakıf kayıtlarına uygundur.
Bütün çocuklar ilk eğitimini anne-babasından alır. Dolayısıyla Nasreddin Hoca ilk eğitimini onlardan almıştır. Okuma yazmayı ve dini eğitimini babasından öğrenmiştir. Ancak çok zeki ve çalışkan olan Hoca eğitimini ilerletmek için Akşehir ve Konya’ya gitmiş, o şehirlerde yıllarca okullara devam ederek o zamanki söyleyişle “Mevlana Nasreddin” haline gelmiştir.
Eğitim sonrası memleketine dönmüş ancak vakıf kayıtlarına göre geliri kendisine verilmek üzere çeşitli köylerden dört parça yer Selçuklu yönetimince kendisine tahsis edilmiştir.
Saltukname’de verilen bilgiye göre: Nasreddin Hoca’nın okumuş, çok güzel dua bilen bir hanımı vardı. Nasreddin Hoca’nın eşinin mezarı Akşehir’e bağlı Kozağaç köyü mezarlığında olduğu kayıtlarda yer almış ve hatta onun toprağının göz hastalıklarına iyi geldiği söylenerek mezarı bir çukur haline getirilmiştir. Yine Nasreddin Hoca’nın iki kızının mezar başlıkları bulunmuş ve Taş Eserler Müzesi’ne kaldırılmıştır. Buna göre bir kızı Sivrihisar’a gelin gitmiştir.
1220-1240 yıllarında Akşehir’de pek çok tekke, zaviye ve medrese kurulmuş olduğunu kitabelerinden ve vakıf kayıtlarından anlıyoruz. Seyyid Mahmut Hayran, Mesut Paşa tekkeleri, Ahi Musa Zaviyesi ile birlikte Emir Yavi, Halkalı ve Kadı İzzeddin medreseleri açılmıştır. Nasreddin Hoca’da bugünkü türbesinin yanında medresesini kurmuştur.
Vakıf kayıtlarına göre; Nasreddin Hoca’nın çay kenarında etrafı duvarlarla çevrili bir bahçe içerisinde olan evi vardı.
Nasreddin Hoca, Anadolu Selçuklu Sultanı Aleaddin Keykubat (1220-1237) döneminde Akşehir’de refah içerisinde yaşamış, medresesinde talebeler yetiştirmiştir. Ayrıca Saltukname’ye göre: kendisinin bir üzüm bağı vardı. Akşehir Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde üzüm bağlarıyla meşhurdu. Bir çok vakıf defterinde çeşitli yerlerde var olan üzüm bağları çeşitli medrese ve camiye vakfedilmiştir.
1243 Moğol istilasından sonra Anadolu’daki bütün Türkler gibi Nasreddin Hoca’nın hayatı alt üst olmuş, fakirlik, esaret, her şeyini yitirme korkusu insanları mutsuz etmiştir. Bu durumda insanlar ya çeşitli tarikatlara girerek içsel bir mutluluk yolu ararken Nasreddin Hoca mizah yoluyla insanlara dışsal bir mutlu olma yolu açmıştır.
Nasreddin Hoca’nın yaşadığı yüzyılda pek çok kişiye göre; iyi bir yöneticinin soyunun Cengiz Han’a, iyi bir din aliminin soyunun da peygamberimize daha doğrusu Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e dayanması gerekir. Örneğin Seyyid ön adını alan (Seyyid Mahmut Hayrani, Seyyid Yunus gibi) veya şerif ön adını alan (Mevlana) gibi din bilgilerinin yanı sıra soyundan dolayı da “mübarek insan” kabul edilip toplumda daha çok saygı görüyorlardı.
Oysa Filozof Nasreddin Hoca Türk’tü. Soyu herhangi bir yere dayanmıyordu. O bir Türk gibi düşünüyordu. Gerçekçi idi. Halk ile birlikte yaşıyordu. Onların sevinç ve acılarına ortak oluyordu. Dini yönden günah işlememeyi, hak yememeyi, bir kadı gibi adalet dağıtmayı örnekleriyle topluma gösteriyordu. Sadece kendini değil, yalnız kalsa da toplumu savunmayı ilke ediniyordu. İnsan hayatındaki yanlışları, eğitim sisteminin kötü yönlerini ortaya koyuyordu. Fakir, aç, savunmasız, güçsüz insanların yanında yer alarak onları gülümsetirken yaşama azimlerini çoğaltıyordu. Dinimizi kendi çıkarları için kullanmak isteyeni, sahte evliyalık taslayanları toplum karşısında foyalarını ortaya çıkarıyordu.
Akşehir’i işgal etmek isteyenlerle kendi yöntemleriyle mücadele ederek halkını en az zararla kurtarmaya çalışıyordu. 1274-1277 yılları arasında Akşehir’de yaşayan Moğol Şehzadesi Mengi Timur ile sık sık karşı karşıya gelmiştir. Yine 1277 yılında Akşehir’i ele geçiren Karamanoğullarının bıraktığı yönetici Subaşı Çaylak ile halkın mallarını kaybetmemesi için kendi yöntemiyle uğraş vermiştir.
Türklerde sözlü edebiyat çok eskiden beri var olmuştur. Oğuz Kağan Destanı’ndan başlayan günümüze kadar pek çok destan, kahramanlık hikayesi, maniler, türküler ve fıkralar ağızdan ağıza söylenerek günümüze kadar gelmiştir. Nitekim günümüzde Nasreddin Hoca fıkrası bilmeyen Türk yoktur. Anlatılan pek çok fıkranın kökeninde Akşehir çıkmaktadır. Nasreddin Hoca üzerine araştırma yapan Yunan, Alman, Roman, Acem v.b araştırmacılar Nasreddin Hoca’nın yolunu hap Akşehir ile kesiştirmişlerdir.
Filozof Nasreddin Hoca’nın türbesi Akşehir’dedir. Bu türbe 1300’lü yıllardan beri ziyaret edilmektedir. Osmanlı döneminde hac yolu üzerinde bulunan bu türbe ziyaret edilmeden hacca gidilemezdi. Eğer çok kalabalık veya gidiş yolu Akşehir’den geçmiyorsa dönüşte mutlaka Akşehir’e gelinip Nasreddin Hoca Türbesi’nde dua edilip yola devam edilirdi. İşte bu türbede Nasreddin Hoca’nın 1284 yılında vefat ettiği yazılıdır.
Nasreddin Hoca ölmeden önce fakirhane türbesini kendisi yaptırmış ve türbe ile medresenin yıkılıp yok olmaması için bir “Mevlana Nasreddin Vakfı” kurmuştur. Daha sonra her şeyini bu vakfa bağışlamıştır. Zaman içerisinde Medresesi yıkılıp yok olduysa da türbesine onu çok seven Akşehirliler sahip çıkmıştır.
Nasreddin Hoca, Akşehir’de yaşamış ve ölmüştür. Ancak o hala başta Akşehirliler olmak üzere tüm Türk milletinin kalbinde yaşamaya devam etmektedir.
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |