Kendini vurmak şehrin güzelliğine. Bir yürüsem dersin, saatlerce, bir vursam kendimi şehrin yollarına, Hareket bu, eylem, spor. Sonra dersin kendi kendine “bir uyansam artık. Bir şu ölü toprağını üstümden silkinsem. Kendime gelsem.” Sanırsın ki yıllar mı geçmiş, sen mi yıllarla birlikte geçmişsin yorgunlukla, bezginlikle, uykuyla, uyutulmayla. Kendi kendine “Uyan artık uyan!” dersin.

 Yalnızlığı ile yürüyordu, sıcaklık mı, bıkkınlık mı bilmeden yürüyordu. Birazdan güneş doğacak. Zamanın neresindeydi? Eski arkadaşlar, konuşmalar, akan bir film şeridi gibi hayaller. Düşünüyordu, anılardan kalan neydi bu Haziran gününde? An belki de yaşadığı şu andı. Yarın belki de hiç olmayacaktı.

 Evden ne kadar uzaktaydı şehir? Bir şiir okudu içinden, bir türkü tutturdu sonrasında bir halk türküsü. Geçenlerde yürüdüğü bu yolda bir trafik kazası olmuştu, motosiklet ve araba çarpışmıştı. Hastaneye varmadan genç ölmüştü. Akıp geçiyordu hayat. Şu anda bu yolda çocuklar oynuyor, gençler kahkahalarla geçiyordu. Yaşam buydu, akıp geçiyordu, geçecekti de. Şehir kalabalıktı. Yollarda akıp geçen araçlar, insanlar. Sabahla birlikte inen güneş. Haziran da sıcak ve bunaltıcı, boğucu bir hava.

 Bir kahve çardağının önünde durdu. Serin bir yer. Sigara yaktı. Derin bir “oh!” çekti. Yaz geldi ya bir bunaltı, bir sıkıntı vardı. Yaz şehirdeydi, Kahvenin ilerisinde, köşeyi tutmuş at arabası içerisinde karpuzları satan pos bıyıklı birisi bağırıyordu. “Kan kırmızı bunlar! Kan kırmızı!”

 On beş yaşlarında bir erkek çocuğu bebek arabasına çöpleri karıştırarak çöp topluyor. Bir kovadan başka bir çöp kovasına koşuyordu. Çöp kutularının içinden bulduğu, kağıt parçalarını, kumaşları, plastik şişeleri, yağ tenekelerini topluyor, nereden bulduğu belli olmayan bebek arabasına sığdırmaya çalışıyordu.

 Yaz gelmişti şehre, bazen bir sevinç bazen bir hüzün sarar ya buz gibi yaşarız Haziran ayında. Dört yanımızı göremeyiz. Kim dostumuz, kim bizim düşmanımız bilemeyiz, Bir umut ararsınız, bir sevgi, sıcacık bir gülüş. Bir aydınlık ararsınız. Bir sevi. Gelip geçicidir umutsuzluklar. Geçsin, bitsin istersiniz; geçmez; bitmez.

 Sonra dersin kendi kendine “bir uyansam artık. Bir şu ölü toprağını üstümden silkinsem. Kendime gelsem..” Sanırsın ki yıllar mı geçmiş, sen mi yıllarla birlikte geçmişsin yorgunlukla, bezginlikle, uykuyla, uyutulmayla.

 Geceden çıkmışsındır, kıştan çıkmışsındır, Dünya döndükçe gece on iki saatte bir gelir. Yapacak bir şey yok! Tedbiri alacağız, uyanık olacağız, karanlığı bileceğiz, ona göre de güvenliğimizi alacağız. Geceye ve karanlığa karşı tedbirimizi alacağız, karanlığı yeneceğiz, Kişiler doğal uykuyu sever, ya uyutulmayı? Elde neler var. İnsanı ayakta uyuturlar, hem de kolayca. Bir kıştan çıktık yüreğimiz umut, yüreğimiz sevinç dolu ya yine de kendi kendine de  “Uyan artık uyan, dedi sabah oldu” …ve biliyordu ki kişileri uyandırmak zor, uyutmak kolaydı.

Editör: Pervasız Web