Gelin görün ki, bu kuralı ilk kez Keban’ın Delioğlan bozmaya kalktı.

Karı-koca ikisi de birbirlerini severek evlenmişlerdi. İkisi de cıbırdı. Bu yüzden birbirlerine söyleyecek ne bir eksik, ne de bir fazla sözleri vardı.

Delioğlan çalışkandı. Güçlüydü. Becerikliydi. On parmağında on beceri vardı. Elinden her iş gelirdi. Eşi Neşe de öyleydi, ama evlendikten sonra Neşe işi tembelliğe vurdu. Camları silmez, evi süpürmez, yemek yapmaz, bulaşık, çamaşır yıkamaz oldu. Bu yüzden Delioğlan ile sık sık tartışıyorlardı:

“Ben sana çalışmak için değil yaşamak için geldim. Çalış, kazan, yaşat beni,” demeye başladı.

Delioğlan ile Neşe’nin beraberlikleri üç, beş yılı geçmedi.

Keban’ın Delioğlan bir gün karısının bu durumunu köyümüzün eğitmenine anlatmış.

Demiş ki:

“Hocam, böyle oldu, şöyle oldu, bana bir yol göster, akıl ver.”

O da ona:

“Sabretmesini, hoşgörülü olmasını, zamanla her şeyin normale döneceğini,” söy-lemiş.

Sonra da ona, SİHİRBAZ İLE KARISI adlı şu masalı anlatmış:

“Evvel zamanda, fakir, fakat sihirbaz bir adamla, fakir fakat kendini beğenmiş bir kadın evlenmiş, yuva kurmuşlar.

Önceleri evlilikleri iyi gitmiş. Aradan yıllar geçince burnu havalarda olan kadın, kocasını beğenmez olmuş.

Bir gün kocasına şöyle söylemiş:

“Adam adam, beni iyi dinle. Senden bir şey istiyorum.”

Karısının her istediğini seve seve yerine getirmekten zevk alan iyi yürekli fakir:

“Dile benden ne dilersen. Senin isteklerini yerine getirmek bana mutluluk verir. Söyle karıcığım ne istiyorsan hemen gerçekleştireyim,” demiş.

“Güzelliğimi beğenmiyorum. Hokka gibi bir ağız,  güzel bir burun, kalem gibi kaşlar, yeşil yeşil badem gözler, elma gibi yanaklar, sırma gibi lepiska saçlar istiyorum. Dünyada benden daha güzel kadın bulunmasın,” demiş.

“Tamam,” demiş adam.

O güne kadar hiç kullanmadığı sihrini kullanmış.

Çirkin kadın birden bire akıllara durgunluk verecek derece güzelleşmiş. Saçları lepiska, ağzı burnu hokka, kaşları keman, dudakları kiraz, yanakları elmaya dönmüş. Sanki eskisi gitmiş, dünyada benzeri olmayan bir kadın olmuş.

Gün geçtikçe kadının güzelliği dilden dile, ilden ile derken İstanbul’a padişahın kulağına dek ulaşmış..

Daha önce kocasını beğenmeyen kötü yürekli kadın, güzelleşince bu kez daha da ileri gitmiş. Kocasına öfke ile çıkışır olmuş.

“Sen bana göre biri değilsin. Fakirsin, çirkinsin. Sihrini kullanmıyorsun. Güzelleşmiyor-sun, zenginleşmiyorsun. Ben seni de, bu evi de terk edeceğim. Ben krallara layık, padişahlara layık bir kadınım. Sen benim kocam değil, ancak uşağım olabilirsin,” demiş.

Adam çok olgun, çok hoşgörülü biriymiş. Karısını nasıl güzelleştirdiyse, çirkinleştir-mesini de bildiği halde ona yalvarmaya başlamış:

“Mutlu bir yuva kurduk. Yoksa beni terkederek onu yıkmak mı istiyorsun? Gel etme, eyleme, beni deli eyleme bırakıp gitme,” demiş.

Şımarık kadın kocasını hiç mi hiç dinlememiş.

Evini ve kocasını terketmiş.

“Ben padişahın sarayına gidiyorum, onun karısı olacağım,” demiş.

Peşinden giden ve geri dönmesi için padişahın sarayının kapısına dek yalvaran iyi yürekli adam, karısının geri dönmeyeceğini anlayınca sihrini kullanarak onu bir şempanzeye dönüştürmüş.

Maymun olduğunun ayırtına varamayan, kendini saraya layık, krala layık dünya güzeli sanan kötü yürekli kadın, doğrudan padişahın karşısına dikilmiş.

Çok şaşıran padişah öfke ile bağırmış:

“Atın şu pis maymunu dışarıya!.. Bu da nereden çıktı karşıma!...”

Çok üzülen iyi yürekli koca, hiçbir şey olmamış gibi şempanze olan karısının elinden tutmuş, onu evine getirmiş.”