Öncelikle ön yargılarımızı kırabilmemiz için Matematik biliminin neliği anlamında doğru bilgilere sahip olmamız gerekiyor. Felsefe tarihine baktığımızda bir çok Rasyonalist filozofun aynı zamanda çok bilinen matematikçi olduğunu görüyoruz. Örneğin felsefe kavramını ilk kez kullanan filozof Pisagor aynı zamanda matematikçidir. Platon ise yaptırdığı okulun kapısına “Matematik bilmeyen giremez” diyecek kadar matematiği önemsemiştir. Almanların ünlü filozofu Hegel’e göre matematiğin yasaları ile doğanın yasaları bir ve aynıdır. Örnekleri çoğaltmak mümkün……..

Bu büyük matematikçi filozofların matematik ile ilgili ortak bakış açıları şu şekilde özetlenebilir: Matematik formel, zihinsel bir bilimdir ve matematik yeteneği ile beyin yapımız arasında sıkı bir ilişki var. İnsanın beyninde öğrenmeyi sağlayan alt sistemler var. Bunlardan 2 tanesi özellikle matematik öğrenmesi ile ilgilidir. Bunlar sayı ve şekil alt sistemleridir. Bu sistemlerin doğumla birlikte Yaratıcı tarafından tüm insanlara donanımsal olarak verilmiş. Yani beyin donanımımız matematik bilgilerini kavrama noktasında yeterli.

Peki matematiği bilme konusunda beyinsel donanımlarımız yeterli ise neden pek çok insan bu konuda başarılı değil?

Bu sorunun benim bildiğim 2 cevabı var.

İlki; İnneist rasyonalistlere (Doğuştan tüm bilgiler aklımızda vardır diyen görüş) göre aslına bakarsanız bütün insanlar matematik bilgisi ile bu dünyaya gelir fakat bu yaşamda ki yanlış eğitim anlayışları matematik bilgilerimizin unutulmasına neden olur. O halde yapılması gereken yeni bir şeyler öğrenmek değil, doğumla birlikte getirdiğimiz matematik bilgilerini hatırlatmaktır. Platon’un, okuması yazması olmayan bir çobana matematik bilgilerini hatırlatabildiği söylenir. Yine Platon’un hocası Sokrates’e göre kimse kimseye bir şey öğretemez ancak düşünmelerini sağlayabilir.

İkinci görüş ise kendini doğrulayan kehanet yaklaşımıdır. Bu konuda bir çok deneysel çalışma yapılmış. Ve bu deneylerde çıkan ortak sonuç şu şekilde:

1-Farklı hazırlık seviyelerine sahip farklı çocuklar matematik dersine girer. Bu çocukların bazılarının aileleri onları küçük yaştan itibaren matematiğe başlatırken, diğer çocuklar hiçbir zaman böyle bir ailevi takviye almamıştır.

2-İlk birkaç testte hazırlıklı çocuklar mükemmel puanlar alırken, hazırlıksız çocuklar sadece soruları çözebilmek için çırpınıp durur.

3-Hazırlıksız çocuklar, en iyi notları alanların hazırlıklı olduğunu fark etmezler ve bu başarı farklılıklarını genetik kabiliyetin belirlediğini zannederler.

4-Hazırlıklı çocuklar, bu öğrencilerinin hazırlıksız olduklarının farkında değildirler; “matematik insanları” olduklarını varsayarlar ve gelecekte çok çalışıp avantajlarını güçlendirirler.

Böylece insanların “matematik kabiliyeti değişemez” inancı, kendi kendini doğrulayan bir kehanet halini alır. Bu bahsettiğim ön yargısal yaklaşımı kırmak, çok zorlandığımız bir süreç fakat imkansız da değil.

Haftaya kaldığımız yerden devam edelim inşallah.

Kalın sağlıcakla

Görüş ve eleştirileriniz benim için önemli; [email protected]