Rahmetli Ahmet Amca ile İstanbul’da tanıştığımda, yaz günü yaptığı uzun yolculuğa aldırmadan üzerine giydiği takım elbisesi ve şık kravatına bakıp elimi uzatarak “Hoş geldiniz, nasılsınız efendim?” dediğimde kendimi, “Ben, güççük gayışın arkadaşı Coşkun” şeklinde tanıtmadığıma göre, aklımın başımda olduğu bir yaştaymışım demek ki. Yıllar sonra o akıl bir miktar kayba uğramış olsa gerek ki ben de beş yıldır Akşehirliyim.

Kızmayın, latife yapıyorum. Ekmeğini yediğim, suyunu içtiğim bu şehirden ve nedense hep alkolsüz içecek ikramı gelse de “Abi gel; çay çıkar, çorba çıkar” diyenlerden en ufak bir şikayetim yok. Hem neden olsun ki? Hayat görüşleri benimle ve birbirleriyle farklı Akşehirlilerle bir araya gelip sohbet edebilmenin keyfini çıkarıyorum. Son beş yıldır yaşadığım yer; geçmişte Cumhuriyet Halk Partisi’ne gönül vermiş, zamanla demografik yapının da değişmesi ve dışarıya göç vermesiyle ülkedeki değişime ayak uydurmuş, belki de AKşehir AKşehir diye diye başka bir partiye gönlünü kaptırmış bir şehir irisi. Zaten otomobilim de yok ki yollardan şikayetim olsun.

Aynı Cumhuriyet Halk Partisi’nin karşısına kurulan ilk muhalefet partisinin fikirlerini benimsemiş bir duayen gazetecinin kurduğu, pervasızca yazıp çizdiği bir gazetede, o partinin devamı olduğunu söyleyen bir görüşe muhalefet etmeye çalışmaktan daha güzel, daha verimli bir staj olabilir mi? Rahmetlinin oğlu şehirde Red Kit’liğe soyunduğunda ben olan biteni İstanbul’dan takip etmeye çalışırdım. Şimdilerde ve sanılanın aksine, hep aynı konularda hemfikir olmaktan ziyade daha çok tartışarak yol aldığımız ikinci bir staj dönemindeyim. HENÜZ 60 yaşımda olduğum için de geleceğimden umutluyum. Hem zaten 100’ü görsek yeter, fazlasında gözümüz yok. Allah elden ayaktan düşürmesin.

Daha önce de beyan ettiğim üzere; Hoca’nın torunlarıyız demekten müthiş zevk alsak da Hoca’nın fıkralarıyla yol göstermeye çalıştığı dedelerimizin torunları olduğumuza inanıyorum. Neden mi? Bir yakın örnek daha; Nasreddin Hoca’nın belki de en fazla bilinen fıkrası, bindiği dalı kesmek üzerine olandır. Bir siyasi lider gelir ve kendisini Akşehirli olarak ilan edip, Akşehir’i il yapmak istediğini paylaşır. Lakin biz bunu, altı boş bir vaat olarak değerlendirir ve elimize testereyi alıp o dalı aslanlar gibi keser, sonucu da sabaha kadar kutlarız. Aynı bakış açısıyla bir taraftan Akşehir’i dünyanın ortası diye tanıtmaya çalışır ama diğer taraftan da Açlık ve Yoksulluk Sınırı açıklandığında, sanki ülke Akşehir’den ibaretmiş gibi “Bu miktarların altında bir gelirle de gayet güzel yaşanır” diye ahkam keseriz.

Ahmet Şener ile başladı, sözü getirdi siyasete dayadı demeyin. Cumhuriyetin kurucu partisi Demokrat Parti ve ilk muhalefet partisi de Cumhuriyet Halk Partisi olsaydı, rahmetli CeHaPe’li değil CHP’li olurdu. İşimiz muhalefet çünkü görevimiz muhalefet yapmak. Elimizden geldiğince.

Ruhun şad olsun Ahmet Amca. Gazeteni kurmak için 19 Mayıs tarihini seçmiş olmandan daha kıymetli bir şey olamaz benim için. Seni rahmetle anmam için önemli bir başka sebebim daha var elbette; sen Pervasız’ı kurmasaydın, ben ve birçok insan nereden emekli olurduk? Nur içinde yat.