1877 yılında İstanbul, Üsküdar'da doğdu. Annesi Fatma Hanım, babası ise İshak Bey'dir. Mühendishane-i Berri-i Hümayun'u (Topçu Harbiye’si) bitirdikten sonra topçu subayı oldu. 1910'lu yıllarda Edirne'deki İkinci Ordu'nun önemli subayları arasındaydı. Yine aynı tarihler arasında Edirne'de İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni kurdu ve katipliğini yaptı.

Osmanlı'nın son döneminde Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinde üyelik yaptı. 1914 Birinci Dünya Savaşı'nda, Doğu Cephesi Sahra Topçu Birlikleri Batarya Kumandanlığını sürdürdü. Yine Birinci Dünya Savaşı'nda Onuncu Kolordu Topçu Kumandanı olarak Erzurum ve civarında Ruslara karşı savaştı. Savaşın ardından ordudan ayrılarak emekli oldu.

 İstanbul'un İngilizler tarafından işgali sırasında Teşkilat-ı Mahsusa ve Karakol Cemiyeti'nin önemli isimleri arasında yer aldı. Kurtuluş Savaşı'na katıldı. 1920 yılında Ankara'da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 1. 2. ve 3.dönemlerde Cebelibereket (Osmaniye) milletvekili olarak mecliste görev aldı. 1920 yılında ilk kez kurulan İstiklal Mahkemelerinin kurucu başkanı oldu. İhsan Eryavuz anılarında Akşehir’de yaşadıkları ile ilgili olarak şunları kayıt etmektedir:

ALİ İHSAN PAŞAYI YARGILAMAK ÜZERE AKŞEHİR’E YOLCULUK

“Birinci Ordu Kumandanı Ali İhsan Paşa, Cephe Kumandanı İsmet Paşa'nın şikâyet ve jurnali üzerine Ordu Kumandanlığından çıkarılmış; yerine Merkez Ordusu Kumandanı Nureddin Paşa tayin edilerek Ali İhsan Paşa, "Düşman karşısında ordusunu ve cephe ve dolayısıyla Ankara aleyhine hazırlamak" töhmetiyle hakkında takibat yapılmak üzere mahkememize verilmişti. Mesele çok mühim; mevzubahis olan fiil bir ihanet idi. Mahkememiz cephe karargâhına gitmek, İsmet Paşa'yı dinlemek, mevcut delilleri yerinde inceleme kararını verdi. Otomobillerle Akşehir'e gittik. İsmet Paşa, malum olan güler yüzlülüğüyle bizi olağanüstü samimi olarak karşıladı.  Ali İhsan Paşa hakkındaki ithamına delil gösterdiği iki karargâh arasındaki haberleşmeleri getirtti. Ali İhsan Paşa'nın cepheden aldığı emirleri ne suretle kabul ettiğini ve cepheye yazdığı yazılarda ne maksat takip ettiğini İsmet Paşa'nın öyle bir açıklaması vardı ki, bunu dinleyip de tasavvurlarına ve sözlerindeki ikna kuvvetine derinden hayran olmamak mümkün değildi. İnsan kendilerini dinlerken yürütülen muhakemeler, kıyaslar, deliller getirme yoluyla hakikaten büyük bir ihanet karşısında bulunulduğu hissine kapılıp fakat kendisini söz ve mantık oyunu tesirlerinden kurtarıp da hakikati çıplak olarak görmeye çalıştığı zaman ortada Ali İhsan Paşa'nın bazı dikkatsizliğinden başka bir şey bulamıyordu. Hakikaten ifade hâkim ve açık, mantık kuvvetli, hayal gücü, telkin tarzı çok sanatlı ve büyüleyici idi. İsmet Paşa telkinde başarılı olmak için gururumuzu da okşamayı unutmuyor, aynen, "Yoktan bir ordu vücuda getirelim, imkânsızlıklar içerisinde onu silahlandırıp ve donatalım, yetiştirtelim; Paşam Malta'dan teşrif etsin. Bin bir fedakârlıkla, mahrumiyetler içerisinde oluşturduğumuz bu orduyu (Buyurun Paşam!) diye eline teslim edelim; sonra talih, okunu aleyhimize hazırlasın. Bu olur mu İhsan! Biz buna müsamaha edecek kadar gafil olabilir miyiz İhsan?" diyordu.

Hadiseyi doğuran sebepler ve meselenin iç yüzü şu idi: Esasen mektepten mezuniyet itibarı ile ileride bulunan Ali İhsan Paşa, Dünya Savaşı'nda bilfiil ve müstakil olarak bir orduya kumanda etmiş ve dar, sıkıntılı durumlarda o orduyu mükemmelen ve başarıyla sevk ve idare ile akranları arasında belli etmiş ve bu başarısı karşısında daha Dünya Savaşı'nda general olmuş bir kumandan idi.

Bundan başka da o, Dünya Savaşı'nda en yüksek vazife olarak bir ordu erkan-ı harbiye riyasetinde bulunabilmiş; bilfiil ordudan küçük kıtalar kumanda ettiği zamanlarda da daima her nedense talihin müsaadesizlikleriyle karşılaşmış olan İsmet Paşa'yı her zaman solu gerisinde görmeye alışmıştı. Ali İhsan Paşa mütarekede sadece haklı şöhretinin ve işgal ettiği ordu kumandanlık mevkiinin belası olarak İngilizler tarafından Malta'ya götürüldüğü için Anadolu harekâtının başına katılamamıştı.

Doğuda Kazım Karabekir Paşa birtakım İngilizleri ve bu arada İngiliz Hariciye Vekili'nin biraderi "Sir Robinson''u esir edip tutuklamıştı. Ve sonradan İngilizler bunların tahliyesini istemiş bizde karşılığında Malta'ya sürülen vatanperverlerin iadelerini talep eylemiştik. Nihayet bu mübadele olmuş ve bu arada Ali İhsan Paşa da hürriyetine kavuşarak Anadolu'ya gelmişti. Fakat zaman ve hadiselerin zorlamasıyla solu gerisinde görmeye alıştığı bir alt rütbeliyi sağa ve ileriye geçmiş görünce, üzüntüye ve kırgınlığa kapılmaktan insanlık icabı kendini alıkoyamamıştı. Hâlihazır rütbe vaziyetlerine göre her ikisi tugay, Ali İhsan Paşa daha kıdemli olduğundan İsmet Paşa'nın alt rütbelisinde bir mevkide bulunmayı doğru bulmayabilirdi. İşte cepheye karşı ara sıra gerçekleşen mübalatsızlıkların ruhi sebebi budur. Bu mübalatsızlıklar iddia olunduğu gibi gizli ve Cepheye karşı orduyu hazırlamak gibi ihanet sayılabilecek bir fikirden çok uzak; ancak cephe kumandanının şahsına karşı güvensizlik ve hürmetsizlik ortaya çıkaran hareketler idi.

Ali İhsan Paşa'nın kendisine göre kıdemini ve ordu içerisinde yayılan mesleki ehliyetinin yüksekliğini bildiği içindir ki İsmet Paşa onun her muamelesini yanlış anlamaya yatkın bir zihniyetle karşılamış oluyordu.

Mahkememiz bu hakikate ulaşmış, içeriği itibarıyla bu davayı kendi ilmi yetkisi ve mesleki sınırların dışında bularak, hükümde bir hataya düşmemek ve dışarıda, "Şunun bunun emeline alet oldu" tarzında mahkememiz aleyhine bir görüş uyandırmamak için dava evrakını, "Yüksek Kumanda sıfat-ı aliyyesi'e ait olan bu dava, mahkememizin daire-i vukuf ve ilmi haricindedir. Ordu kumandanlarından oluşan bir askeri Divan-ı Harb-i Ali tarafından bu davanın görülüp ve neticesi daha uygun ve adaletin gereği olacaktır: görüşüyle red ve iade eylemişti. Zaten mahkememiz başka türlü de hareket edemezdi.”

İSMET PAŞA ÇALIŞMALARINDA BAŞARILI

“Bu sıralarda biz Ali İhsan Paşa hadisesi dolayısıyla gittiğimiz cephe karargâhından (Akşehir’den) dönerken Birinci Ordu Karargâhı olan Çay'a ve Hikmet Paşa'nın kolordu karargâhı Sivrihisar'a da uğramış, ordunun hazırlıkları namına cephe gerisindeki faaliyeti yakından görmüştük. Taarruz harbi, yürüyüş ve manevra kabiliyeti esaslı talim ve terbiye ister. Erkan-ı Harbiye-i Umumiye'nin verdiği genel direktif dahilinde alaylar, fırkalar, kolordular cidden çalışıyorlardı.

Talimler, ateş/atış talimleri, kıta ve fırka manevra hareketleri daima gelişme becerisini gösteren bir seyirle devam ederken bir yandan da kurslar açılmış, alay kumandanlarının mesleklerini tamamlamaya çalışılıyordu. Ben burada Cephe Kumandanı İsmet Paşa'nın takdire değer olan faaliyetini ya da vicdanen mecburum.

Zaten İsmet Paşa şaşırtıcı ve fevkalade zamanlar haricinde çalışır; bilhassa mesleğine ait meselelerde herhalde başarılı olurdu.”

MUSTAFA KEMAL PAŞA’YI ANKARA’DAN AKŞEHİR’E UĞURLADIK

“Bir gün Başkumandan Mustafa Kemal Paşa bana, ‘Yarın akşam evinde bize bir ziyafet hazırla! Toplantıda şu zevat bulunacaktır’ demiş, isim listesi de vermişti. Keçiören'deki şimdiki evimde olan bu toplantıda Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa, Ağaoğlu Ahmed Bey, İstanbul Mebusu Rıza Bey, Kılıç Ali Bey ve daha bazı zevat ile Paşa'nın her zaman yanında bulunan arkadaşları vardı. Rus Sefiri 'Aralov yoldaş’ da hususi olarak bu ziyafete davet edilmişti.

Büyük Taarruz'un hemen arifesinde vuku bulan bu toplantıda Mustafa Kemal Paşa bize -bir iltifat olsun için- Aralov yoldaşa, ‘Zannederler ki Mustafa Kemal Paşa arkadaşlarına her istediğini yaptırabilir. (Beni göstererek) İşte İstiklal Mahkemesi Reisi. Hususi hayatıma bile karışmak ister. Ve emin olunuz ki kendisinden birçok hususatta çekinirim. Sizin "çeka''larda böyle mi?’ demişti. Gerçi bu söz mübalağalı idi. Belki de bir maksat için kasten Paşa bunu böyle söylüyordu.

Nihayet söz, arifesinde bulunduğumuz Büyük Taarruz'a geldi. Başkumandan Paşa Yunan ordusuna taarruza karar verdiğini, hatta buradan yarın sabah doğruca cepheye hareket edeceğini bildirdi.

Şafak söküyordu. Başında boz renkte kuzu derisi büyük bir kalpak, sırtında gene boz renginde etekleri yerlere sürünen bir pelerin olduğu halde yarının muzaffer ve muvaffak kumandanı ayağa kalkmış, cepheye gitmek üzere otomobiline biniyor, bize de şu emri veriyordu, ‘29 Ağustos Perşembe sabahı bu vakitler harekât başlayacaktır. Benim cepheye gittiğim gizli tutulsun. İstanbul ile ve dışarıyla her türlü gidiş geliş ve haberleşme aralıklı olacaktır. Ortaya benim biraz rahatsız olduğum söylensin. Ziyaretime gelmek isteyen arkadaşlara ziyaret kabul edemediğimi söyle ve aynı zamanda bu cumartesi akşamı için Çankaya'da Rus Sefiri Aralov yoldaşa çay ziyafeti vereceğimi de ajansla ilan ettirirsiniz.’

Paşa' nın hareket ettiği o sabah bizim cephenin vaziyeti şöyle idi: Birinci Ordu. (Birinci Kolordu ile diğer üç müstakil fırkadan oluşuyor) Akarçay tarafında, kumandanı: Nureddin Paşa.

İkinci Ordu. (Üçüncü, Altıncı ve Dördüncü Kolordularla bir süvari fırkasından ibaret) Sivrihisar - Bolvadin hattı garbında, kumandanı: Yakub Şevki Paşa.

Bunlardan başka Kocaeli'nde bir Fırkamız, Menderes boyunda bir Süvari Fırkası ile diğer müfrezelerimiz ve ayrıca Akşehir ve Ilgın mıntıkasında da üç Fırkalık bir Süvari Kolordumuz bulunuyordu. Ordu ve nakil vasıtalarımız kağnı, adi at, öküz arabalarından; beygir, katır hatta merkep ve deve nakliye kollarından müteşekkil ve yalnız son Ankara İtilafı üzerine Fransızlardan satın aldığımız altmış adet Pelle markalı kamyondan ibaret idi.

Paşa'nın bize haber verdiğine göre taarruz hareketi Perşembe günü başlayacaktı.

Meğer Büyük Taarruz evvel bize söylendiği gibi 24 Ağustos'ta değil, 26’a başlamış; haberlerin gecikmesi ondan imiş! 28 Ağustos' ta beray-ı malumat kaydıyla mecliste okunan Heyet-i Vekile tezkiresi bütün meclisi müstesna bir bayram sevincine gark eylemişti.

Başkumandanlığın meclise müjdeleri şu idi:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Riyaset-i Celilesi'ne İki gündür kesintisiz devam eden muharebeler neticesinde düşmanın Afyonkarahisar’ı mevzileri düşerek ve Afyonkarahisar’ımız geri alınmıştır. Esirler ağır top, mühimmat ve her nevi malzemeden ganimetler çoktur. Düşmanın birçok mevzilerini her biri birkaç hattan oluştuğundan kıtalarımız birçok sağlam hatları müteakiben düşürme mecburiyetinde bulunmuştur. Hazırlıklarımız her çeşit vesait-i fenniye(fenni vasıtalar) ve mevani-i feriye(teferruatlı engelleme araçları) donatılan düşman mevzilerini bazen bir saatten az bir zaman zarfında düşürmeyi temin ettiği gibi asker ve zabitanımızın dünyaca bilinen olan yiğitlik ve cesurluk harikaları bir defa daha ortaya çıkıp kendini göstermiştir.

Kumandanlarımızın sevk ve idarede düşman kumanda heyetine üstünlüğü bariz bir surette açıktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının müstesna kıymet ve kabiliyeti sebebiyle Meclis-i Ali'yi tebrik ederim.

27/6/ 1339 Başkumandan Mustafa Kemal

İhsan Eryavuz Milli Mücadele’den sonra 1924'ten 1928'e kadar Fethi Okyar ve İsmet İnönü hükümetlerinde Bahriye Vekili (Denizcilik Bakanı) olarak görev yaptı. Türkiye İş Bankası kuruculuğu ve yönetim kurulu üyeliğini sürdürdü. Evli ve 2 çocuk babasıydı. İhsan Eryavuz, Yavuz Zırhlısı'nın onarımı için havuz alımı sırasında bir Fransız şirketinden rüşvet aldığı iddiasıyla Yüce Divan'da yargılandı ve 1928 yılında hüküm giydi. Olay tarihe "Yavuz-Havuz Yolsuzluğu" olarak geçti; verilen karar ise, Yüce Divan'ın Cumhuriyet tarihinde verdiği ilk mahkûmiyet kararı oldu. 26 Ocak 1928 tarihinde milletvekilliği düştü. Soyadı Kanunu ile aldığı "Eryavuz" soyadını Yavuz-Havuz Yolsuzluğu Davası'ndan sonra "Topçu" olarak değiştirmiştir.

1930'dan sonra balıkçılık yaparak hayatını sürdürdüğü sırada 6 Mart 1947'de İstanbul'da hayatını kaybetti.