Bizim hayatımız kupkuru, olayları ve insanları irdelemeden, düşünmeden inanıyoruz, benimsiyoruz. Hiç olaylardan ve insanlardan dersler çıkarmıyoruz. Anlamı olmayan dünyadan anlamlar arıyoruz. Belki de anlamsız bir dünyada yaşıyoruz,

Aslında hiçbir şeyi kendince anlamlandırmadan yaşayacaksın. Kupkuru, sade, fazlada okumadan, yazmadan, konuşmadan, zekanı sorgulamadan. Kim hangi yoldan gidiyorsa, yürü arkalarından. Madem ki herkes öyle gidiyor, herkes bir yol tutturmuş, sen de yürü. En güzeli, en doğrusu bu. Herkes gibi hayatını yaşa.

Kalabalıkların içerisine karış, herkes gibi ol. Bol resimli gazeteleri oku. Sinemaya git. Çarşıyı dolaş. İçerisi sigara dumanı olan bir kahveye gir, tavladır, pişpirik oyna. Her hafta pazar günleri futbol maçlarına git, olmadı halı saha maçlarına git.

Yaşıyoruz derken, her gün sabahtan işe koşturuyoruz, her gün böyle. Garip bir döngü.  Kimimiz yürüyerek, kimi otobüsle, kimi taksiyle, tramvayla ne bileyim metrobüsle, hatta yaya. Bir telaş, bir heyecan ve ekmek. Çoluk çocuk, genç ihtiyar. Her gün gidip geliyoruz. Bir de bakmışız ki sondayız. Hayatın sonunda, Bir son var, bir bitiş, tükeniş. Hayat bitmiş, insan öyle. Umutsuzluklar, kırgınlıklar, küslükler, dargınlıklar, Yaşadık diyoruz, ya da yaşadı diyoruz.

Erken bir vakit evden çıktım. Hafif bir yağmur yağıyordu, hafif bir yağmur. Kapının eşiğinde bir kedi ayaklarıma dolandı, evden bir kap dolusu süt getirdim. O da yaşıyordu. Küçücük bir kedi yavrusu, acıdım. Biraz ilerde çöp tenekesinin yanında birkaç köpek gördüm. Çöp tenekelerini eşeliyorlardı. Yürüdüm. Rüzgâr çıktı. Yağmurda şemsiyemi açtım. Bir süre yürüdüm, yağmur da beni takip ediyor, rüzgâr da yağmura, bana eşlik ediyordu. Bozuk yollardan geçtim. Bir yandan yolların bozukluğundan çamurun çirkin gözüne bata çıka giderken bir yandan da arabaların çamurlarından kendim kollayarak yürüdüm. Dükkanlar henüz açılmamıştı, Bir halk otobüsü durdu. Bindim. Şemsiyemi kapattım. Yanıma bir yolcu daha geldi, iki kişi olduk, bir pazar günü. Her pazar günü gibi. Yaşıyoruz işte.

Neden sonra indim. Anıt Alanında vurdum kendimi yola. Artık yağmur kendini Güneşe bıraktı. Güneş ne de çabuk kendini gösterdi ve şehri adeta kuruttu. Hayatın içinde yürüyorduk, öylesine yürüdüm, akan zamana ve hayata karşı. İnsan bazen ne yapacağını bilemez ya sanki bende sanki biz de öyleydik, yürüdük hayatı, bazen amaçsızca. Kimseler yoktu Anıt Alanında. Demek ki daha kimseler uyanmadı. Kimse yok koca alanda, demek ki herkes hala tatlı uykuda. Ne yapmalıydım? Herkes gibi kahveye mi yoksa bardağı 50-60 TL olan bir bardak çay içebileceğim bir yere mi? En iyisi benim için çay ocağıydı hem her daim demli çay hem de bir bardağı 5,00 TL olan her zamanki çay ocağının yolunu tuttum. Girdim çay ocağına, sağ olsunlar, izzet ikram ettiler, teşekkürler ettim. Çektim bir sandalye pencere önüne “bir çay!” dedim. İşte Anıt Alanı karşımdaydı,

Yıllarla birlikte kendimi hayata karşı umutsuz, düş kırıklıklarına uğramış, yorgun ve bitkin buldum. Böyle değildim. Aşksız, sevgisiz, ümitsiz birisi oldum. Aşksız sevgisiz bir insan oldum. Yıkıldım. Yıllar öncesi kahve anılarıma gitmek istedim, istedim ama hatırlasam daha mı iyi olurdu ya da daha mı fena olurdum. Anıları unuttuk, güzel günleri, belki de dostlukları ve sevgi ve saygıya. Unuta unuta çoğaldık. Unuta unuta eksildik. Unutmak hayattan kopmaktı. Kopamadık.

Yarın tatil bitecek. Yine yollara düşeceğiz. Kimimiz sanayiye, kimimiz bir masa başına, kimimiz bir tezgâh başına. Mutluluk ve mutsuzluk açması içerisinde.

Yeniden yağmur başladı. Çay ocağının içi doldu. Ocağın başında iki genç tavla oynuyor. İki emekli siyasetten konuşuyor, Çaycı çay dağıtmakta. Yağmurdan kaçan ocağa geliyor, Çay ocağı doldu. Bağrış çağrış, küfürler gırla gidiyor. Hayat buydu belki de başka bir şeydi,

Neden sonra yağmur durdu; yürüdüm. Hayatın içinde yürüdüm, belki de hayat buydu, bağrış çağrış, kavga gürültü, sevmek nefret etmek, zaman öldürmekti, hayat bir sona doğru yürümekti belki de.

 [ Kasım-2024 -AKŞEHİR]