Üniversite öğrencileri mezuniyet hayali kuramıyor. Diploma, iş güvencesi anlamına gelmiyor artık. Birçoğu okurken “nasıl geçinirim”i düşünüyor, mezun olunca “nerede yaşarım”ı. Hayal kurmak lüks haline geldi.

Artık kimse “ne olmak istiyorsun?” sorusuna cevap aramıyor; çünkü cevabın karşılığı kalmadı. Sadece işsizlik değil sorun. Değerler, umut, bağlılık, aidiyet duygusu da eriyor. Bir dönem “çalışırsan başarırsın” diyen sistem, bugün “şansın varsa tutunursun” diyor. Ve bu şansın bile adil dağılmadığını herkes görüyor. Ekonomik kriz, kiralar, fırsat eşitsizliği…

Tüm bunlar artık sadece rakam değil; ruh haline dönüşmüş durumda. Gençler sürekli bir “bekleme odasında” gibi. Ne tam anlamıyla umut ediyorlar, ne de tamamen vazgeçebiliyorlar. Bir ara formdalar: “Geleceksizlik” hâli. Sosyologlar bu durumu “sessiz tükeniş” olarak tanımlıyor. Ne sokakta isyan var, ne de kalplerde direnç. Belki de bugünün en büyük tehlikesi, umutsuzluğun bile sıradanlaşması. Çünkü umutsuzluk bile bir tepkiydi; artık o bile yok. Yine de bazı şeyler hâlâ mümkün. Bir yazı, bir fikir, bir dayanışma anı… Küçük de olsa umut kırıntılarını çoğaltmak, belki de bu kuşağın en büyük eylemi olacak. Ve belki bir gün “geleceksizlik kaygısı” yerini yeniden “gelecek hayaline” bırakacak. Ama o zamana kadar, bu sessiz kuşağın sesi duyulmalı. Çünkü sustukları şey, sadece hayal kırıklığı değil bir çağın aynası.