Faytonun tıkırtıları sokağı kaplıyor, çocuklar faytonun arkasından tutunmaya çalışıyorlar, fayton Cumhuriyet İlkokulu’nun önünden Şirin Irmak‘a doğru ilerliyordu. Şirin Irmak’ın ortasından akan su şehre adeta bir serinlik veriyor, mahalleye ayrı bir güzellik katıyordu. Sokağı ile bütünleşmiş, yıllarca bu isimle anıla gelmiş ne ala bir isimdi bu: Şirin Irmak Sokağı. Mahalleli kadınlar bahçelerini sulamak için ırmak suyunu paylaşıma koyulmuşlardı bile. Neredeyse her yarım saatte bir başka evin bahçesine su verilir, bahçesi olan sırasını bilir, bahçesinin büyüklüğüne göre on beş dakikalığına, yarım saatliğine, ırmağın suyunu bahçesine akıtırdı.

Fayton sokağa girince yavaşladı. Önce sağdaki at daha sonra diğeri huysuzlandı; atlar su içecekti. Faytoncu atları suladı. Bu arada mahalleli ırmaktaki suyu bırakmış şimdi de faytonun ve atların güzelliğine bakıyordu. Mahalleli faytonu da faytoncuyu da tanıyordu ya… İşte şu paçalarını sıvamış kilim yıkayan Menekşe Abla değil miydi? Hem de ta kendisi. Faytoncu Sabri ile geçenlerde Ilgın’a faytonla gitmişti, öte komşusu Nigar‘ı da Bermende’deki annesi hastalanmıştı da Bermende’ye birkaç hafta önce götürmemiş miydi?

Atlar suyu içtiler, faytoncu tekrar faytona bindi. Kadın kız çoluk çocuk faytona ve atlara hayranlıkla bakıyordu. Bu arada Nalbant Mustafa ise öğle yemeğine evine bir telaşla geliyordu ki okuldan öğle yemeğine dönen çocuğu Kadir’i faytona bakarken buldu. “Aslan oğlum benim, güzel oğlum, yakında senin de sünnet düğününü yaptıracağım, Faytoncu Sabri’nin yanına seni oturtturacağım. Sünnet arabanın arkasına faytonlar sıralanacak tabii en başta Faytoncu Sabri Amcanın faytonu olacak, yanında da sen oturacaksın.” diyordu. Nalbandın karısı Müzeyyen: “Mustafa, Mustafaaa! Bırak artık şu çocuğu! Faytonları sıralayacakmış… Sen bir sünnetini yaptır, Kadir’i şöyle bir Çay Mahallesi’ni gezdir, çocuğu sünnet ettir de… Kaç zamandır çocuğu sünnet ettireceğim dersin, ne sünnet yaptırdığın var ne yaptıracağın, bari çocuğu kandırıp durma.”

Mustafa: “Bu yaz sünnetini yaptıracağım, yaptıracağım, hem de Faytoncu Sabri Amcasının faytonuyla gezdireceğim. Hem de faytoncu Sabri Amca’sının faytonuyla.” Faytoncu Sabri, faytonundan gülerek; “Ben Kadir’i istediği zaman gezdiririm, hele sünnet olsun da bak o zaman nasıl da gezdireceğim.” diyordu. Bu arada mahallenin kadınları da gülüşmeye başladılar. Nalbant Mustafa karısını azarlar şekilde; “Gir kadın, gir içeriye.” diyordu. Faytoncunun “Deehhh !” demesiyle faytonun hareketlenmesi bir oldu. Mahallenin fayton hayalleri tuzla buz oluvermişti, onlara kalsa saatlerce faytonu seyredebilirlerdi. Kadın kız, çoluk çocuk tekrar ırmaktan su kesme telaşına düştüler. Bir kadın bahçedeki kızına bağırıyordu; “Güldane kızzzz, su geldi mi?” Bahçeden de bir ses cevap veriyordu ki, neredeyse tüm Şirin Irmak kızın sesini duyuyordu; “Geldi anaaaaa! Geldi anaaaaa!”

Faytoncu Sabri, Şirin Irmak’tan yukarıya doğru çıkıyordu. Fırıncı Fatma’nın ekmek fırınının yine önü odunlarla doluydu. Fırıncı Fatma Abla evinin önünden geçen fayton tıkırtısını duymuş, eline iki ekmek almış, kapıya çıkacaktı ki fırında ekmek sırası bekleyenler; “Kadın abam nereye gidiyorsun, hele fırının başında dur… Sıra beklemekten zaten öldük… Şimdi iş bırakılıp da gidilir mi?” diye söyleniyorlardı. Fırıncı Fatma “Şimdi geliyorum. Korkmayın sizi ekmeksiz bırakmam. Sıranız da kaybolmaz. Ekmeğiniz ben sağ olduğum müddetçe çıkar. Bekleyin hele.” diyerek aceleyle kapının önüne çıktı, faytonun önünü keserek; “Sabri Ağaaaa!” dedi, “Sabri Ağaaaa, dur hele!” Faytoncu atların koşumlarını çekerek faytonu durdurdu; “Buyur Fatma Abla” dedi, “Buyur Fatma Abla…” Fırıncı Fatma; “Sen buradan geçeceksin de benim yaptığım ev ekmeğini almadan gideceksin öyle mi?” dedi, “Öyle mi?” Faytoncu faytonundan inerek Fatma Abla’nın fırınından getirdiği ekmekleri aldı. Para verecekti, kadıncağız almadı. “Olur mu hiç oğlum, olur mu hiç! Ben bir senden ekmek parası almam.” dedi, “Ben bir senden ekmek parası alamam…” Faytonun içine ekmekleri koydu. Sabri Ağa Fatma Abla’nın elinden öperek; “Sağ ol Fatma Abla” dedi, “Sağ ol Fatma Abla…”

Fırıncı Fatma‘nın Faytoncu Sabri’ye sevgisi büyüktü. Hastalandığında faytonuyla onu hastaneye yetiştiren Faytoncu Sabri değil miydi? Ondan ekmek parası mı alacaktı… Faytoncu tekrar yola koyuldu. Fırıncı Fatma arkasından dualar ediyordu: “Allah senden razı olsun oğlum. Allah senden razı olsunnnn.”

Şirin Irmak’tan fayton yavaş yavaş İbre Çeşmesi’ne doğru yol alıyordu, yine çocuklar, faytonun arkasına tutunmaya çalışıyorlardı. Faytoncu: “Çocuklar, çocuklar; düşeceksiniz!” Faytonu durdurdu, faytonun durmasıyla çocukların kaçışmaları bir oldu. İbre Çeşmesi gürül gürül akıyordu. Faytondan inerek kana kana İbre’nin şifalı suyundan içti. Hıdırlığın çam kokularını içine çekti. Hıdırlık’tan Akşehir’e doğru serin bir rüzgar esiyor, tüm ağaçlar birbirleriyle yavaş bir sesle sanki konuşuyorlardı. Kadın kız, çoluk çocuk ellerindeki su kaplarıyla İbre Çeşmesi’ne doğru yürüyorlardı. Akşehir’in bütün suları güzeldi güzel olmasına ya İbre Çeşmesi’nin suyu daha bir soğuk, daha bir güzel ve üstelik şifalı idi. Esen hafif rüzgâra karşı Faytoncu Sabri faytonuna bindi Hıdırlığa doğru yol alıyordu. Bu arada ardından bir ses işitti: “Faytoncu, faytoncu Sabriiii!”

Dağ yamacına yaslanmış, toprak damlı, tek kat evinin penceresinden bağıran yetmiş yaşlarında bir dedenin sesiydi bu: “Çok hastayım evlat, çok hastayım. Oturduğum şu sedirden kalkamıyorum. Ne olursun beni Kaytanlar Mahallesi’nde oturan oğlum Rüştü’nün evine götürüver!” Faytoncu faytondan inerek, dedenin koluna girdi, faytonun içine kendi elleriyle oturttu. Dedeninse dudaklarından dualar gökyüzüne yükseliyordu: “Allah senden razı olsun, Allah tuttuğunu altın etsin. Sağ ol oğlummm! Sağ ol evladımmmm!” Fayton Kaytanlar Mahallesi’ne doğru ilerliyor, faytoncu Sabri’ye edilen dualar gökyüzüne yükseliyordu…

Faytoncu Sabri Akşehir’in sevilen faytoncularından birisiydi. Biz Faytoncu Sabri’yi, onun gibi nice güzel Akşehir insanlarını unuttuk, oysa unutmak yok olmaktı, oysa unutmak bir şeylerin eksilmesiydi. Unutarak eksildik; unutarak çoğaldık bir bir. Unutmaya çalıştıklarımız, unuttuklarımız zevk verdi bize. Unutmaksa hayattan, insanın kendi kendisinden kaçmasıydı. Kaçamadık. Hatırlamak için harcadığımız çabadan fazlasını unutmak için harcasak da Faytoncu Sabri daha koşunun başında yakaladı bizi. Sadece anılarda kalan geçmişten günümüze gelen “Faytoncuuuu! Faytoncuuu!” sesleri değildi. Akşehir’de unuttuklarımızı hatırlamak için değil; günümüzden geçmişin güzelliğine bir seslenişti “Faytoncuuuu! Faytoncuuuu!” seslenişleri…

İmaret Camii’nde kıldığım Cuma Namazı’ndan sonra Nasreddin Hoca Mezarlığı’nda gezerken mezar taşında yazan “Faytoncu Sabri” ismi neler neler de hatırlattı bana, gözlerimden iki damla gözyaşı dua olarak süzüldü. “Faytoncu, faytoncu” diye…

BİTTİ