Yol kuruydu, güzel bir Nisan günüydü. Kış henüz yeni yeni gitmişti, şehrin bazı sokaklarında hâlâ kar vardı. Şimdilerde fazla kış olmuyor ya bundan elli yıl kadar önce bu şehirde sert, uzun olan kış kenti terk etmemişti, fakat ilk yaz da yavaş yavaş kendisini hissettirmeye başlamıştı.

Önce Çay Mahallesi’nde Güldane’nin evine gidecekti, gidecekti ya Güldane hemen hazırlanır mıydı? Ya Kileci Mahallesi’nden Dudaba ona ne demeli? Olsun! Geçen ay da Fırıncı Hayriye’nin fırınına ekmek yapmaya götürmüştü onları yine götürecekti. Önce Güldane’yi aldı, sonra Kileci Mahallesi’nden Dudaba’yı. Her ikisinin kapısının da on beşer dakika beklemişti ya bu da bir iş, bu da mesleğin cilveleriydi. Neyse akşamdan teknelerle hamurlarını yoğurmuşlardı, hamur teknelerini at arabasına koymaya yardımcı oldu, iki hamur teknesi, Güldane, Dudu karısı bir de kendisi arabanın içi dolmuştu,

Arabacı Salih kendisini bildi bileli arabacıydı, babadan kalma meslek.

Her ne kadar bahar yüzünü gösterse de bu şehrin baharı yok gibiydi, bu şehrin baharı yazı çabuk biter ya Nisan ortalarıydı. Karakıştan kalma bir gündü. Sıcacık pırıl pırıl bir gün. Gökyüzü pırıl pırıl.

Güldane:

-Ne kadar hamur yoğurdun-dedi

Dudaba;

-Yeteklik- dedi,

Güldane:

-Kız anam dedi- Yeteklik ne?

Dudu:

Tekne dolacak kadar. Ya sen?

Arabanın arkasında oturan Güldane:

-Bizim de öyle- dedi,

Sonra konuşmalar kesildi.

Arabacı Salih’in bugünkü Hayriye’nin fırınına götürdüğü iki müşterisi vardı, akşama Fırıncı Hayriye’nin fırınında mis gibi ev ekmeklerini yaparak dönecekler. Bilirdi ki kendisine birer ekmek verecekler. O fırının o ekmeklerin kokusu nasıl anlatılır ki? Mis gibi ekmekler. 

At arabacı Salih kırk yaşlarında, yıllarca yaptığı arabacılık kendisini yıpratmış, yüzünün hali kendisini elli yaşında gösteriyordu, fakat hâlâ bir dinçlik vardı, yaşlı fakat dinçti.

Şehir yolundan Hayriye’nin fırın yoluna saptılar. At arabası yolun ortasında gidiyor, yeni eriyen karlarda at arabayı çekmeye çalışıyordu. Kardan yağmurdan çamurdan at arabasını zorla çekiyordu. Bu arada Salih arabadan inerek zorla çamurlardan çıkmaya çalışan ata yardım ediyordu.Tekneyi iyi tut, tekneyi,

Güldane:

-Ben tutuyorum, sen de iyi tut hamur teknesini.

Dudu:

-Kendine de dikkat et!

Güldane:

-Sen de!

Arabacı Salih:

-Korkmayın, kormayın. Şu çamuru da bir atlattık mı?

Yol daha da bozulmaya başlamıştı, Ağaçlık alan içerisinden geçerek, ormana doğru girdiler,

Dudaba:

- Bu Hayriye’nin fırını da finnarın dibinde be anam! Dedi,

Güldane:

-İyi de bu kentin en iyi fırını bu. dedi

Arabacı Salih tekrar arabasına binerek:

- Ne biçim yol! Dedi,

 Kadınlar birbirinin yüzüne baktılar. Salih bu kentin kadınlarını Fırıncı Hayriye’nin fırınına götürürdü en iyi en kestirme yolları da bilirdi,  bugün  biraz yol tehlikeliydi, fakat Salih’e olan güvenleri tamdı. Salih ve bu yollar, ekmek parasıydı işte. Onun derdi ekmek parası onların ise ekmekti. Salih’in bu tehlikeli yolculukta sadece yüzü gülümsüyordu. O kendisine bu yaşam tarzını seçmiş, devlet memurluklarını reddetmişti. O özgürlüğü, mutluluğu at arabacılığında bulmuştu. Onun için bundan daha güzel bir meslek onun için daha güzel bir yaşantı tarzı olamazdı. At arabacılık ve o! Belki bir daha dünyaya gelse yine bu mesleği seçerdi. At arabacı Salih içten, samimi, iyi yürekli ve yumuşak huyluydu.

Salih;”Oturduğunuz yerde sıkı durun!”dedi.

Güldane ve Dudaba

-Oturuyoruz-dediler.

Araba bir çukura daha girdi. Neredeyse at arabası devrilecekti. Eriyen karlar, çamur, balçık olmuştu her yer.  At sık sık soluk alıp veriyor, burnundan dumanlar çıkıyordu. Salih arabasından tekrar inerek at çekiyordu.

Dudaba,”Biz de inelim mi?”

Güldane: “İnelim mi?”

Salih:”Hayır dedi hayır! Siz oturun. Araba çıkar, zaten ne kaldı Hayriye’nin fırınına!” dedi.

 Bir elli metre kadar daha ata yardım etti, arabasına tekrar bindi,

Salih :”Buradan şu yola saparak gideceğiz, az kaldı” diyerek tekrar atın koşumlarını eline alarak, kamçıyı ata değdirir değdirmez at birden hızlandı.

On dakika kadar gittikten sonra Fırıncı Hayriye’nin fırınına ulaştılar.

Hayriye arabanın sesine fırının önüne çıkarak: -Kaç anam kaç nerde kaldınız kız- diye ünledi.

Güldane ve Dudaba Fırıncı Hayriye’yi görünce bir anda tüm yol sıkıntılarını unutmuşlardı.

Salih:

-İşte sonunda Fırıncı Fatma’nın fırınına geldik-dedi.