Yıllar önce yaşadığım gerçek bir olaya dayanıyor; hangi yıl anımsayamadım ama galiba 80’li yılların sonlarında… 5-10 Temmuz Nasreddin Hoca Şenlikleri. Ben yine temsili Hoca rolündeyim. Program başlamadan önce hazırlıkları takip ediyorum. Hoca eşeksiz olmaz ancak bu ikili birbirini unutmuş. Arada “yav bu sefer yürüyüver” diyen var ama şiddetle itiraz ediyorum:
“Bana hemen bir eşek bulun!” diyorum. Şenliklerde her zaman en ağır yükü çeken beyaz renkli, büyük bir minibüsleri var. Bahçe ve tarlalarda aranıyor. Yok yok, iki ayaklı olanlardan çok var; lakin dört ayaklılardan yok yok!
Derken ileride bir bahçede, ağaç altında otlanan birini görüyorlar. Koşup onu araca doğru götürüp zorla içine bindirirken hayvanın sahibi koşup geliyor:
“Siz ne yapıyorsunuz? Eşeğimi nereye götürüyorsunuz?” diye bağırıyor.
“Nasreddin Hoca’ya götürüyoruz.” Hoca, eşek, zabıta… Adam yan yana getiremiyor.
“Ne hocası, siz manyak mısınız?” Uzun uzun anlatıyorlar:
“Yahu biz resmî insanlarız, şehirde festival var. Senin eşek, ondan Nasreddin Hoca’nın eşeği olarak falan filan…”
Köylü zorla inandırılıyor ama yine de çok emin olmuyor. O zaman “Ben de sizinle geleceğim” diyor. Ne olur ne olmaz, kimseye emanet edemiyor.
Birlikte yanıma geldiler. Şenlik boyunca oradan katiyen ayrılmadılar. Büyük bir topluluk beni şenliklere davet ettiler. Türbeden çıktım ve seslendim:
“Hani benim Karakaçan’ım? Çömezlerim!”
Çevredeki mezarların arasından, saklandıkları yerden çıkıp yanıma geldiler…






