Telefonu yüzünden başı belaya giren biri, kurtulunca o aleti kırmıştı. Benimse başım, telefon şirketiyle dertte. Faturayı yükseltmek için durmaksızın hileli yollara başvuruyorlar. Şirketten mesaj geldi: "20 yıl mı, 25 yıl mı ne zaman çıktıysa bu icat; o zaman hemen abone olmuşum. Üstelik abone olduğum şirketi hiç değiştirmemişim. Hediye vermek istiyorlarmış." O hediye, çok zamanımı boşa götürdü. Sürekli mesaj geliyor. "Şu tuşa bas!" Basıyorum; böyle çok zaman sürdü. Bıktım ama, Sonunda müjde geldi. "Bilmem ne kutusunda armağanım olan uçak bileti varmış; almam için beni bekliyormuş!" O kutu bulunamıyor. Dedikleri tuşlara basmaktan bıktım. Kim armağanın yerini bulursa; hediyeyi ona vereceğim artık. Şirketin, bayiliğini yapan yerlere gidiyorum. Anlamadıkları için, başlarından savıyorlar.

 Normal telefonlarım da, aynı şirketin başka bir koluna bağlı. Yazlıktaki telefonu kullanmadığım 8 aylık süre için, boş yere para ödüyorum. Vakit bulup da, o telefonu kapattırmak veya kullanmadığım aylarda dondurmak için gidemiyorum. Kapatma işini ise, hiç yapmak istemiyorlar. O kadar uzatıyorlar ki; "Aman, varsın 8 ay boş yere para alsınlar..." diyerek vazgeçeceğim geliyor.  Sonunda şirketin Başkentteki en üst bayisini buldum. Adam, "Uçak şirketine gidip biletinizi alacaksınız " dedi. Adı hiç duyulmayan o uçak şirketini üç gün aradım. Öyle bir şirketin veya bayisinin Ankara'da bulunmadığını sonunda öğrendim! Yalnızca Sabiha Gökçen havaalanında faaliyet gösteriyormuş.

 Ankara'da oturduğumu biliyorlar. Faturalar Başkentteki adresime geliyor. İstanbul'a gidip alınacak bir armağan vermek, ceza gibi bir şey. Yeniden telefona sarılıp şirketi aradım;  onuncu aramadan sonra karşıma çıkan yetkiliye; "Uçak bileti kadar paranın, faturamdan düşülmesini" önerdim. Olamazmış! Bu armağan sevdasıyla, en az on uçak bileti kadar, faturamı şişirmiş oldular. "Sürekli aratmalarla uzun zaman meşgul tutup faturayı şişirme amacı güttüklerini" çok geç anladım. Onların kazıklama gayretleri ise, hiç bitmedi: "Sizi memnun etmek en büyük amacımızdır falanca numarayı arayın" diye bir mesaj daha geldi. "Tamam pişman oldular; herhalde faturamdan uçak bileti kadar parayı düşecekler" diye düşündüm. Hayır öyle değilmiş; "Şu işimizden memnunsanız beşe basınız; hiç memnun değilseniz bire basın!" diyor makine...  Bunun da bir tuzak olduğunu, on sekizinci kez bir tuşuna bastığımda anladım. Otuzdan fazla soru geldi; artık faturanın şişmesine aldırmadan, ne kadar çok soru sorulursa hepsine; "Hiç memnun değilim" demek olan bir tuşuna bastım. Bu kızgınlığımı belki en alt düzeydeki bir elemanları bile okumayacak ve görmeyecek! Olsun, biraz rahatladım. İlk fırsatta aboneliğimi başka bir şirkete aktaracağım. Biraz da başka şirket beni dolandırarak kasalarını şişirsin.

Aslında bu işlerin özelleştirilmesine başından beri karşıydım. Devletin işletmeleri, halkı aldatmaya ve dolandırmaya yönelmiyordu. Fazladan bir fatura ödesek de, "Para devlet kasasına gitti; halkın iyiliğine bir iş yapılır" diye teselli buluyorduk.  Yirmi beş yıllığına yabancılara satılan bir işletmenin taşınmaz mallarını, o yabancı şirket satıp paraları cebine(Kasasına veya yurt dışındaki yabancı bankalardaki hesaplarına) indiriyormuş. Keşke hiçbir kamu malı satılmasa; hiçbir devlet işletmesi özelleştirilmeseydi! Bunları yeniden yerine koymak, belki de yüzlerce yıllık bütçemiz harcansa bile, mümkün olmayacak! Köprü satmakla başladık; vatan topraklarını yabancılara satmaya kadar vardı bu hovardaca mirasyedilik... Satılacak bir şey kalmayınca; nereye gideceğiz!

}