Ne zaman geçecek? Bu içimin buhranı, bu sıkıntım ne zaman bitecek? Bitmiyor anasını satayım. Bu arada garson masanın üstüne söylenmeden bir çay getirdi. Mübarek sanki ne içeceğini biliyor gibi çay bardağını masanın üstüne neredeyse vurarak bırakıp gitmişti. Hani derler ya “kafama vursaydın” diye, o hesap bırakıp gitti. Kendi kendine söylemleri devam ediyordu bu arada çaydan bir yudum aldı. Yine düşüncelerde bu yaşadığım hayata bak arkadaş, herkes yalancı, menfaatçi, iki yüzlü olmuş. Sanki bu dünyada insanlar bitmiş, tek bir ben yeryüzünde kalmışım. Sıkıldım ben bu insanlardan, sıkıldım ben bu hayattan. Hep yalan, dolan, entrika. İnsanların iki yüzlülüklerinden yalanlarından öyle bıkmışım ki. Çayından bir yudum daha aldı. Gazeteye bir göz attı. Başlıkları bir göz attı. Çoğu akşamdan televizyonlardan dinlediğim haberler, magazin haberleri, şu bu… çoğu asılsız diye düşündü. Hayat kötüydü ya insanlar? İnsanlar birbirlerine karşı çeşit çeşit haksızlıkları gösteriyorlardı. Anlamsız bir hayatın içerisindeyiz. Nasıl yaşıyor, niçin yaşıyoruz? Sevgisiz, aşksız, çeşit çeşit haksızlıkları birbirimize göstererek yaşıyoruz ya da yaşadığımızı sanıyoruz. İnsan yaşarken içi bunalır mı? İnsan yaşarken içi daralır mı? Oluyor işte! Bir karamsarlık var, bir hüzün, bir acı sanki bir öküz oturmuş yüreğimize. Aslında hepimiz insanız. Kimimiz şişman, kimimiz zayıf kimimiz erkek kimimiz kadın. Aslında her ne kadar birbirimize benzesek de birbirimizden ayrı-gayrıyız. Yalan, dolan, iki yüzlülük, fitne, fesat her şey var. Hani sevgi? Hani aşk? Hani saygı? Hani ümit? Ne kendimize yararımız var ne kimseye. Burada insanlıkta bir suçlu, suçsuz aramak gerekirse, kim suçlu? Neden suçlu? Yaşama isteğimiz kalmamış, sevgisiz, aşksız insanlar olmuşuz. Sevgisiz insan nedir? En yakınlarına bile sevgisi kalmayan insan. Karşımızdaki insana karşı duygusuz, hissiziz. Bir insanın sevgisiz olduğunu nereden anlarız? Kapısının önüne çıkıp de ayaklarına sürtünen bir kediye, ayağı ile itekleyen insan sevgisizdir, pencerenin önüne konan bir güvercine yem vermeyen de sevgi bulunur mu? Aşk bulunur mu? Sevgisiz insan her şeye karşı kinlidir. Son zamanlarda her şeye karşı kinlendik mi? Yoksa bana mı öyle geliyor? Ben mi yanılıyorum. Dünyanın belki de sinir katsayısı en yüksek insanları olmadık mı? En küçük şeylerde bile parlayıp, öfkelenmiyor muyuz? Keşke yanılsam! Haksız olan ben olsam. Sen haksızlık ediyorsun, sen haksızsın, deseler. Sevgiyi nasıl yitirdik? Ya aşkı?
Bu arada garson çay boşunu almış, ikinci çayı da getirmişti.
Acaba sevgisizliğimizi aşksızlığımızı okuyarak giderebilir miyiz? Acaba çok mu okumalıydık. Cahillik insanın önce kendisine, sonra insanlığa ve topluma yükü müydü? Sevgisizlik cahilliğimizden mi kaynaklanıyordu, bilgisizliğimizden mi? Sıkıntımız neydi? Ulan! Dedi, Ulan, ben bu hayatın insanı değilim. Düşünsene kasabanın birkaç yılda değişen yolları gibi sinirlerim bozulmuş, kâh düzelmiş, kâh yamru yumru bir yol gibi yüreğim. Bir insan ruhu bu kadar çok bozulup düzelir mi? Ah kafa! Ah! Asfalt mı senin ruhun? Asfalt mı senin kalbin? Yıllardır düzelmeyen yollar gibi, yıllardır düzelmeyen kaldırım taşları gibi. Bir olur, iki olur, on yıl, yirmi yıl, otuz yıl, kırk yıl olur mu işte, bir kırıklık var, bir yorgunluk var gönlümün yollarında. Bıktırmışlar gönlü. Bıktırmışlar nefes alışındaki heyecanı. Aşkı öldürmüşler, sevgiyi. Güler yüzde bir mutluluk olmalı. Güler yüzde bir ümit. Kimsenin kimseyi anladığı, dinmediği yok. Kimse kimseyi anlamıyor. Harala gürele bir hayat. Aşksız, sevgisiz, ümitsiz insanlar olmuşuz.
Dudaklarında ne olduğu belli olmayan bir ıslıkla garson tekrar masaya geldi.
“Abi bir çay daha alır mısın?”
Sanki daha önce getirdiği iki çayı sormuş gibi garson çay alıp almayacağını sormuştu Hüseyin:
-Teşekkür ederim, dedi. İki çay kaç para?
-Altmış lira.
İçinden:
-Yuh! Dedi. Ulan bir kasaba yerinde iki çay altmış lira olursa.
Cebinden bir yüz lira çıkarttı. Parayı alan garson koşar adım kasaya doğru koştur, iki yirmilikle döndü, paraları masanın üzerine bıraktı.
Kırk lirayı cebine koydu. Sandalyesinden kalkarak kasabanın kalabalığına karıştı, bir yandan da “bir daha buraya çay içmeye gelenin!” diyerek kızgınlıkla içinden söylenerek yürüyordu.