Halk dilimizde genizden çıkarılan ve (Gunneli N) denen bir ses var. Ankara'ya geldiğim zaman, özellikle köylerde Angara, gunneli N ile söyleniyordu. Bunun harfi bizde yok! NG harflerini yayana getirerek o sesi canlandırmaya çalıştım.
Şimdilerde moda olan Ankara bağlarının türküsü, çok eskilere dayanır. Ayrancı bağları, Keçiören bağları, Gazi Osmanpaşa ve dikmen bağları bakımlıydı. Hepsinden ünlüsü Çankaya sırtlarındaki Papazın Bağı denilen yerdi. Keçiören yalnızca bağlık değil, ağaçları bol bahçeleri, köşk ve konakları çok olan bir yerdi. Zenginler orada oturur veya yaz aylarını bahçeli evlerinde geçirirdi. Kökleri Kırımdan gelen Koçzade Vehbi bey, Engürüdeki ticari yaşamın daha canlı olduğunu görerek; Eskişehir'den gelip o zamanki çarşı merkezi Kalede, dükkan satın almış. Geven denen dikenli bitkinin püsü(Zamkı) önemli bir kimyevi madde olarak eskiden batı ülkelerine ihraç edilirmiş. Anadolu'nun yoksul bölgelerinden erkekler, Engürüye geven püsü toplamaya gelirler ve topladıklarını Kaledeki tüccarlara satarlarmış. En bilinen tüccar, Börekçizadelermiş. 1943'te Denizli lisesinin orta kısmına parasız yatılı gittiğimde; Lisedeki yabancı dil öğretmeni, Angaralı, Fatma börekçi idi.
Ankara keçisinin ipeksi tüyleri ve geven püsü, Ankara'nın en önemli ihraç ürünleriymiş. Beypazarı da, ticaret ve ihracatta önlerde geliyormuş. (Ne yazık ki, Ankara keçisi şimdi yok! Başka ülkelerde olsa yeniden üretmek için her şey yapılır.) Ankara keçisi bulunup çoğaltılsa; ihracatımızda patlama olur.
Yunan saldırısını duyunca, en çok infial Ankara'da yaşanmış. Seymenler ve zeybekler hemen askere gönüllü yazılmışlar. Onlar Yunan'a karşı savaşmaya gittikleri için; meydanı boş bulan az sayıdaki Ermeni,Yunan ordusu ilerledikçe; Hamamönü'nde nümayiş yapmaya başlamışlar. Mustafa Kemal Paşa, Haymana Kaymakamını; Ankara'ya emniyet müdürü yapmış. Yüce Atatürk'ün Kurtuluş savaşı için, Samsun'a, oradan Ankara'ya gelmiş olması; Ankara halkının ne durum ve kalitede olduğunu, büyük dehasıyla o zamandan bildiğini gösteriyor. AHİLİK örgütü nedeniyle Ankara Milliyetçilik duygusuyla yüklüydü. Düşmana karşı durmaya en hazır olan kent idi.
954'te Mülkiye sınavını birincilikle kazanarak leyli meccani girdim. "Pencerelerden görünen sırtlardaki gecekonduların arkasında, Mamak Köyü bulunduğunu" söylüyorlardı. Bağlar ve bahçeler yüzünden, yollar kıvrımlı; eğri büğrüydü. Bir süre kaymakamlık yaptım. Partizan baskılardan bıkarak istifa ettim. Bizim ağır cezanın bağlı olduğu Akşehir'e gittim. İşler çok fazlaydı; uğurlu geldi. 1965 seçimleri, beni Başkente yolladı. İş hukuku doktorası yapan kardeşim Oğuz, toplu iş ve sendika davalarından önemli para kazanmıştı. 1969'da Milletvekilliğini kaybedince, ben de Avukatlığa başladım. Ayrancıda ortak bir arsa aldık; asma kütükleriyle doluydu. Bazılarında üzüm salkımları vardı. Oradan ve Balgat'taki bir boşluktaki yaşlı ve bakımsız asma kütüğünden, üzüm koparıp yediğimi hatırlıyorum. O zamanlar bile, bağların kalıntısı çoktu.
Yokuşları bağlık olan fakat bakımsız kalan Saray ve Susuz köylerinde; Ankara'nın en uzak köy ve ilçelerinde bile sözü geçen iki ağa varmış. Atatürk Ankara'ya gelince, onların zarar vermemesi için önlem düşünülmüş. Zaten onlar da Kurtuluş hareketinden yana olmuşlar. Bu iki ağanın oğulları, 1980'lere kadar ağırlıklarını ve tüm Ankara köylerinde sözü geçerlikleriyle üstünlüğü sürdürmüşler. Çoktan rahmetli oldukları halde, birinin okumamış oğlu; diğerinin yalnızca ilkokul diploması olan torunu, çevreye etkileri ve zenginlikleriyle milletvekili oldular.