Akşehir’de yayınlanan ilk dergi: SULTANDAĞI. İlk sayısı 1 Mart 1950 tarihinde yayınlanmış. Daha sonra; Ağustos 1986’da Akşehir Belediyesi (yaşar Canikoğlu), “Yeşil Akşehir” Dergisini çıkarmış.

1 Temmuz 2003’de flaş medya grup adına Kemal Soylu “Flaş Akşehir” Dergisini çıkarmış. Derginin genel yayın koordinatörü Cemal Filiz. Ocak 2004’de İstasyon gazetesi kurucusu Güçlü Kantarcı “Panorama” dergisini çıkarmış, Mehmet Güleray’da yazmış bu dergide. 2011 yılında Akşehir postası gazetesi “Kopuz” Dergisini çıkarmış. Nasreddin Hoca Turizm Derneği, Akşehir Lisesi, çeşitli kuruluşlar farklı tarihlerde dergiler çıkarmışlar. Bulabildiklerimiz sergide olacak.

Sultandağı Dergisinin çıkış öyküsü ilginç.

23 Eylül 1948 tarihli Akşehir Gazetesi “Halkevi bir Folklor broşürü çıkarmalıdır” başlıklı bir yazı yayınlar. Ferruh Sanır 21 Ekim 1948’de aynı gazetede cevaben Dergi çıkarma işinin masraflı olduğu, kendi kitabının bile zar zor basıldığını belirtip bunun yerine” Akşehir’de güz mevsiminde olmak üzere, üç dört hafta kadar sürecek bir panayır kurulur, adına “Akşehir’in Nasreddin Hoca haftası veya ayı” denirse, yılın bu mevsimindeki alış veriş mutattan çok fazla canlı olur..” diye yazar.

Gazetenin bu önerisini Akşehir Sıtma- Savaş doktoru ve Akşehir Halkevi başkanı Oğuz Uşaklıgil benimsemiş olacak ki Halkevinin Sultandağı adıyla bir dergi yayınlamasına karar vermiş.

Cemal Gürlek ile Muammer Yüzbaşıoğlu (Karabağlı)’na da derginin içeriğini hazırlamalarını ve İstanbul’da da bastırılmasını istemiş. İkisi de severek kabul etmiş bu teklifini.

Devamını Muammer Yüşbaşıoğlu yazmış:

“Derginin içeriği türlü edebiyat ve sanat yazılarıyla oluşmuştu. Dergide benim bir öyküm, Cemal’in bir şiiri, Oğuz Uşaklıgil’in de Fransızca’dan çevirdiği bir şiir vardı.

Tatilden İstanbul’a dönmüş, içeriğini tamamlamıştık derginin. Kapağında Nasrettin Hoca türbesi olacaktı. Dergiyi bir basımevine vermiş, basılan dergiyi Akşehir’e göndermiştik. Niçin oldu, hangi nedenleydi arkası gelmedi derginin. Anımsamıyorum, Halkevi Başkanı mı değişmişti, yoksa parasal kaynak mı bulunamamıştı. (Muammer Yüzbaşıoğlu(1927-2014), Yaşamım Yaşadıklarım, 2011, Sayfa: 58)”

Öte yandan Cemal Gürlek bu olayı BİR HALKEVİ ETKİNLİĞİ: “Sultandağı” Dergisi başlığıyla şöyle yazmış:

“51 yıl, akan zaman içinde, insan yaşamında karşılaştırmalar, değerlendirmeler yapmak bakımından önemli bir bölüm. Yarım yüzyıl geçivermiş “Sultandağı” dergisinin yayımlanmasından. Muammer Yüzbaşıoğlu (Karabağlı) ile birlikte Babıâli Yokuşu’ndaki basımevinden dergileri alıp Akşehir’e gönderilmek üzre Büyük Postane’ye gidişimizi, o gençlik duygularımızla dergimizin karşısında saygı duruşunda bulunduğumuzu, sevincimizi bugünmüş gibi anımsıyorum. Unutulmayan coşkulu yıllar... Geçenlerde kitaplığımdaki yıllardır birikmiş dergileri karıştırırken karşıma çıkıverdiler. Dört sayı. Öbür dergilerin arasından ayırıp masama koydum. Anımsadığım kadarıyla (sanıyorum) beş sayı çıkabilmişti. İlk sayı: 1 Mart 1950 tarihli. İç sayfalardaki şiirler, resimler... beni aldı götürdü o coşkulu, o unutulmayan günlere.

“Sultandağı” Akşehir Halkevi adına her ay yayımlanan bir düşün, sanat dergisiydi. Bir Halkevi etkinliğiydi. Halkevi’nin parasal durumu dolayısıyla beşinci sayıya kadar yayımlanabildi. Ancak burada önemli olan; o günlerin koşullarında kaç sayı çıkmış olması değil, Anadolu’muzun bir ilçesinde, kıt olanaklarla -düşünsel, sanatsal alanda - böyle bir derginin çıkarılmış olması, özellikle böyle bir etkinliğin Halkevi çatısı altında yapılmış olmasıydı. Evet, D.P. iktidarının kapattığı (daha doğrusu kıydığı) bu bir Halkevi etkinliğiydi.

O yıllarda İzmir’de gene Halkevi adına “Fikirler”, İstanbul’da “İstanbul” dergileri çıkıyordu. Birçok ünlü yazarların, ozanların, öykücülerin ürünleri yayınlandı o ışık saçan dergilerde. “Sultandağı” dergisi de (kendi olanakları içinde, kısa bir süre yayımlanmış olsa da) bunlardan biriydi işte.

Peki, Halkevleri’nin etkinlikleri yalnız bunlar mıydı? Kuşkusuz yalnız bunlar değildi. Toplumumuzun aydınlanması, ekinsel yönden varsıllaşması bakımından; halk eğitimi, köycülük, kitaplık-yayın, edebiyat, müzik, gösteri, folklor, spor... gibi çalışma kollarıyla daha birçok etkinlikleri oluyordu. Halkın aydınlanmasını, bilinçlenmesini amaçlayan bu çalışmalar; çıkarcı, sömürücü takımı rahatsız ettiği için, ne yazık ki durduruldu. Halkımızı eğiten, aydınlatan, bilinçlendiren, ekinsel (kültürel) dünyasını varsıllaştıran, Türk Aydınlanma Devrimi’nin en etkin kurumlarından biri olan Halkevleri kapatıldı.

İşte, böyle bir devrimci kurumun etkinliklerine karınca kararınca katılan bir dergiydi “Sultandağı” dergisi.

Derginin içeriğini oluşturan ürünlerin seçimini, sayfa düzenlemesini Muammer Karabağlı ile birlikte yapıp, basımını İstanbul’da bir basımevinde yaptırıyorduk. O sırada ikimiz de üniversite öğrencisiydik. Ders dışındaki zamanımız dergimizin işleriyle geçiyordu. Bu iş; yazın, sanat söyleşilerimizin de bir nedencesi oluyordu. Böylece kıraathanelerin o pis sigara dumanlı havasından, zamanı boş yere öldüren oyunlardan uzak kalıyorduk. Kitap, dergi hastasıydık sanki. Ben o sırada yazılarımda, şiirlerimde, dergiyi süsleyen desenlerimde Battal ya da Battaloğlu soyadını kullanıyordum. Muammer de, Karabağlı...

Dergimizin 1. sayısında bilimin ne olduğu, nasıl geliştiği konusunda Oğuz Uşaklıgil’in ‘M. Goldsmith’den çevirdiği “İlim ve Aklıselim” başlıklı yazı ile Ahmet Zeki Akıncı’nın “Stefan Zvveig’i Okurken” başlıklı yazısı, ayrıca “Yeni adam” dergisinden alıntılanan “Diller, Uluslar”, Varlık dergisinden alıntılanan Yaşar Nabi’nin “Yarım Asırlık Edebiyatımız” başlıklı yazısı; 2.sayıda Behçet Kemal Çağlar, Muvaffak Sami Onat, Celal Kişmir, A. Refik Gür, A. Zeki Akıncı, A. Rıza Ülgen, Oğuz Uşaklıgil, Nihat Ak... 3.sayıda Semahat Pusat, Sahih Şendil, Refet Ali Kocabekir, Mevlüt Kaplan, İlhan Geçitli, Bayram Çukurkavakiı, Feyzi Halıcı... 4.sayıda Ö. Faruk Beğenir, Remzi Yılmazer, Yüksel Bozkırlı... gibi yazarların, şairlerin yazılan, şiirleri bulunuyor.

51 yıl önce yazılan bu yazıların, şiirlerin dili -pek doğal olarak- bir hayli eskimiş. O yıllarda kullanılan pek çok Türkçe olmayan sözcükler, artık günümüzde kullanılmıyor. Bu durum; Türkçeleştirmenin, özleştirmenin, kısacası Dil Devriminin ne denli yerinde, olumlu bir atılım olduğunu açıkça göstermektedir.

“Sultandağı ”dergisinin sayfalarını çevirdikçe, dergiye girecek ürünlerin seçimiyle ilgili bir anım tazelendi. Onu da burada anlatmadan geçemiyorum. Şöyle: Birinci sayıdan sonra bir gün Muammer beni Muvaffak Sami Onat ile tanıştırdı. M. Sami o sırada “Şadırvan” dergisinde yazıyordu. Yazılarındaki yorumlar, değerlendirmeler dikkat çekiciydi. Rahmetli Onat, dergimize ilgi gösterdi. Gene bir gün Muvaffak Sami, Behçet Kemal Çağlar, Muammer ile ben, Taksim’deki bir kıraathanede buluştuk. Söyleşimizden sonra derginin yazı işlerini yöneten Muammer, dergiye gelen düzyazıların, öykülerin, şiirlerin bulunduğu dosyayı açtı. Yayımlanacak ürünlerin seçimini yapıyorduk. Bu seçimde bazı yazıların, şiirlerin yayımlanması her nedense (sudan birtakım nedenlerle) istenmedi. Ben bu tutumu, bu değerlendirmeyi beğenmedim. Kabul edemedim. Muammer’in de kabul edemeyeceğini biliyordum. Ama nedense sessiz kalıyordu. Arkadaşı M. Sami ile tartışmak istemediğini, onu kırmak istemediğini anladım. İşte böyle bir durum karşısında, üçüncü sayıdan sonra dergiyi istemeyerek bıraktım. Nitekim dördüncü sayıda düzensizlik kendini gösterdi. Halkevi’nin parasal olanaksızlığı da bunlara eklenince derginin yayımlanmasına son verildi. Böylece bir dergicilik serüvenimiz de burada noktalanmış oldu. Ancak, yöremizde bir düşün-sanat dergisi çıkarma isteğimiz hiç yok olmadı. Nitekim “Taşra” adını koyduğumuz, kapak klişesini, içindeki yazılarını, şiirlerini...de hazırladığımız bir dergiyi çıkarmak istemişsek de birtakım nedenlerle bu tasarımızı da bir türlü gerçekleştiremedik. Ne var ki, düşün-sanat alanında, karınca kararınca bir şeyler üretebilmek için çalışmalarımız hiç durmadı...

Evet, “Sultandağı” dergisinin yayımlanmasından bu yana 51 yıl geçti. Şimdi o günler birer tatlı anı olarak, ara sıra çıkıveriyor işte ortaya. Kitap-dergi yayınları, müzik, resim, dil kursları, spor, folklor... çalışmaları gibi halkevlerinin nice etkinlikleri asla unutulmaz... (Cemal Gürlek, Kendin Ol Kendini Bil, Ürün Yayınları, 2005, sayfa:39-42)”

Cemal Gürlek (1927-) halen Ankara’da yaşıyor. Sağlıklar diliyorum.

Oğuz Uşaklıgil, Ferruh Sanır ve Muammer Yüzbaşıoğlu’nun mekanları cennet olsun.

Ferruh Sanır, Muammer Yüzbaşıoğlu ve Cemal Gürlek’in kitapları sergide olacak.

Ali Baki Çağlayan, (4)