Onlarca çalışanın amirliği. Şu şöyle olacak, bu böyle. Belki de bir boşluktu. Yıllarca verilen emekten sonra. Her şey de tadında bırakılmalıydı. İnsan bir garip, bir acayip oluyor. Boşluk fena. Can sıkıntısı. Bazen insan en sevdiklerini bile göresi gelmiyor. Öyle bir sıkıntı. Hangi parka gitsem? Hangi çay ocağına? Yıllardır insanın işinden evine evinden işine gitmesi nasıl bir şeymiş? Bugün canım bir şey istemiyor, gözümün kimseyi göresi yok.
Oturduğum sitenin karşısında büyük bir market var. Onun üstünde beş katlı bir apartman. Şehrin içerisinden kuaförler mahalle aralarına da açılmaya başladılar. Marketin biraz ötesinde bayan kuaförü. Yine her mahallede olduğu gibi birazcık ileride etli ekmekçi, onun yanında mahallenin kasabı. Muhtarın ofisi. Ben yıllarla birlikte değiştim diyordum ya sokaklar değişti, mahalleler, kaldırım taşları, demek ki herkes de bir değişim, her mahallede yıllarla birlikte bir değişim oldu. Ben hiç mahalleye açılan kuaföre gitmedim. Herkesin kuaförü ayrı hiç değiştirmeyi de düşünmedim. Bilmem bu ak şehirde kaç tane kuaför vardır?
İnsan işinden elini ayağını çekince kendisini bir boşlukta hissediyor. Otuz yıl tabi kolay değil. Mahallemin sokakları şehrin en güzel sokaklarından. Pırıl pırıl yollar. Tertemiz. Bazı yollarda çalışmalar yapılıyor; olacak o kadar. Birkaç gün sonra düzeltiliyor. Bir bakıyorsun kazılmış, bir bakıyorsun bitirilmiş.
Sabahları kalktım ya bir çay ocağına ya bir kahveye olmadı şehrin Belediye Parkına giderim. Bu park tertemiz bir parktır. Şehrin insanları gelir. Bir dönem bu parkın içerisine Yaşar Cenikoğlu’nun belediye başkanlığı döneminde belediye ekmek fırını yapılmıştı. Hoş bir görüntü olmamıştı. Sonra yıkıldı.
Eski yıllara gidince bellek beni aldı 1990’lı yıllara götürdü. 1990’lı yıllarda da bu şehirde ilk şiir sergisini (-Sevgiliye Şiirler Sergisi) de ben açmıştım. 5-10 Temmuz tarihleri arasında. Kim okur? Denilmişti ki en çok gezilen ve beğenilen şiir sergisi olmuştu. O zaman şiirlerimi sergileyecek pano bile bulamamış da okulun panolarında şiirlerimi sergileyebilmiştim.
Neyse! Neyse!...
Neyse! Biz yine günümüze gelelim. Ne diyordum? Şehrin Belediye Parkı’na doğru gidiyorum. Öğlene doğru Sanat Okulu’nun (şimdi yıkılan ve otopark olan) boşluğun arkasından Saray Çarşısı’nın önünden, Yalım Kahvesi’nin önünden Elit Otel’in önünden ve Adliye Parkı’nın önünden Enişte Gıda’nın önünden geçerek Akşehir Belediyesi’nin önünden (-şimdi yıkıldı) yine yıkılan Akşehir Halk Kütüphanesi’nin önünden parkın önüne düşerek tam da burada kitapçıdan resimli bir dergi aldım. Koltuğumun altında gazete ya da mecmua daldım parka. Oh! Ne rahatımdır parka girer girmez. Neden rahatımdır anlatayım: Akşehir Belediye Parkı, halkın bildiği ismi ile Belediye Parkı şehrin göbeğinde nazar boncuğu gibi kendisini gösterir. Temizdir. Düzenlidir. Şehrin içerisinde yürüyüş yapılarak, dinlenilebilecek enfes güzellikte bir parktır. Bugün de parka doğru gideyim, dedim. Parkın içerisinde Akşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü’ne ait bir araç on kişiye yakın bir çalışan var. Ağaçları budanıyor. Otlar temizleniyor. Harıl harıl bir çalışma.
Şehrin ortasında olmasına rağmen, sessiz, sakin bir ortamda. İnsanların şehirde alışverişini yaptıktan sonra dinlenebileceği, kitap, gazete okuyarak vakit geçirebileceği sessiz sakin bir ortam. Parkın şu an ağaçlarının budanması, yeşilliği, altında nefes alınabilecek ağaçları ile belediye parkımızın doğal güzelliği ve halkın yaşamına kattığı huzur ile gelecek günlerde her mevsimde ayrı bir güzellikte karşımıza çıkacaktır diye düşünüyordum.
Parka gireyim dedim, parkta çalışma vardı; vazgeçtim, Anıt Alanı’na doğru yürüdüm.





