Su birikintisinin içinde kanatlarını çırpıyor, su içiyorlar. Az ileride boş arazide çocuklar yağmura rağmen plastik topun peşindeler. Bakar mısınız, çamura batıp çıkan hallerine. Çamurlanan top nasıl da üstlerini kirletmiş. Bağrış çağırış top peşinde koşuyorlar. Cumbalı yan evin penceresinden bir annenin sesi geliyor; ”Ahmettt! Yağmur yağıyorrrr! Eve gel artıkkkk!”

Şehre doğru yürüyorum. Yağmur da benimle yürüyor. Sessiz, sakin bir ahmakıslatan. İnsanların bazısı yağmurda bir yerlere yetişme telaşı içerisinde, bazıları hani ne derler telaşsız, kaygısız. Oysa kimine göre yağmur bereketti, ekmekti, aştı bilene. Karşı kaldırımda yürüyen güzel liseli kız için topuz yaptığı saçlarını açıp gökyüzünden inen yağmura karşı saçlarını açıp ıslatmasıydı. Kimden duyduysa yağmur saçlara iyi geliyordu. Onun önü sıra esmer bir kızın elinden tutmuş beraber yürüyen delikanlının yağan yağmur aklından bile geçmiyordu. Belki kız arkadaşı, belki sevdiği, nişanlısı da olabilirdi. Sürekli bir şeyler anlatıyordu. Kim bilir ki neler söylüyor neler anlatıyordu? O şimdi dünyanın en mutlu kişisiydi. Yağmur romantikliğinde yürüyorlardı.

Adımlarım beni şehrin bir semtinden kalabalık caddesine doğru götürüyordu. Yağmur öylesine güzel yağıyordu ki. Benimle birlikte yağmur da peşim sıra gölgem gibi beni takip ediyordu. Güneş artık yerini kara bulutlara bırakıyor, bir açıyor bir kapatıyordu. Şehrin kalabalık bir caddesine geldim. Burada yağmur biraz daha kendisini hissettirmeye başladı. Kalabalıkta insanlar kahvelere, otobüs duraklarına sığınma telaşı içerisindeydiler. Caddede, sağdan soldan duyulan sesler, kahkahalar, bağrış çağırışlar birbirine karışıyordu. Bir kasetçiden son zamanlarda dinlenen bir arabesk müzik ortalığı çınlatıyordu. Ağır adımlarla kaldırımda, çoğu zaman dükkânların saçaklarını kendime siper ederek yürüyordum. Üzerimde yağmurluğumun şapkasını çoktan başıma çekmiştim.

İleride bir sinemanın antresine sığınanları, yağmurun altında film afişine hayran hayran bakanları, bilet almak için gişe önünde bekleyenleri gördüm. Karanlıkta hülyalara dalmak için bir an önce sinemaya girme heyecan ve telaşı içerisindeydiler.

İnsanlar yağmur altındaydı. Ahmakıslatan artık yerini gerçekten hızla yağan kendisini hissettiren bir yağmura bırakmıştı. İnsanlar aynıydı. Yağan yağmurda aynı, karda aynı, yaz da aynı, kış ayında aynıydılar. Değişmeyen insanların yağmurdaki duyarlılıklarıydı. Yağmurda aceleciydi kimi, kimi telaşsız, kimi kaygısız, kimi umarsız, sakin, kızgın, öfkeli, avare gezen, işsiz güçsüz takımı var bir de. Yağmurda aceleciler, tez canlılar yok muydu? Bu biraz da insanın ruh haliyle ilgiliydi. Aceleciler hep aceleci, telaşlılar hep telaşlı değil miydi?

Ya kayıtsızlar! Şimdi onlara ne demeli? Yağmur yağmış, kar yağmış, dünya umurunda değil. Eller ceplerde. Havaya karşı çaldıkları ıslık eşliğinde şehrin kaldırımında yürüyen kayıtsızlar.

Güzel bir kızla, yağmurla birlikte yürüyen genç. Yağmur yağıyormuş, varsın yağsın! Onun için mutluluk yağmuru. Sevgi seli.

Ahmakıslatanla birlikte şehrin en kalabalık caddesine kadar gelmiş, kendisini hızla hissettiren bir yağmurda kendimi en yakın bir kahvenin camekânına yakın bir ayağı kırık masasında çay içerken bulmuştum. Bu arada gök gürledi, coştu. Şimşekler çaktı. Gökten şehre kovalarca su döküldü. Bende ki yağmur romantikliğiydi. Yağmuru, yağmurda yürümesini seviyordum. Gökten düşen damlalar şehri temizlemiş mis gibi bir yağmur havası bırakmıştı. Kahvenin pis, sigara dumanından, gürültüsünden yağmurun dindiği bir anda ayrıldım.

Yağmurluğumun şapkasını çektim. Mis gibi tertemiz bir hava beni karşıladı. Ağır adımlarla, dükkân vitrinlerini seyrede seyrede evin yoluna koyuldum. Neden sonra yarı yoldan dönerek Kitapçı Can Tuğrul’un vitrininde gördüğüm son çıkan bir aşk romanını aldım.

Yağmur artık yağmıyordu.