Mevsimlerden Haziran. Sıcak bir hava var. Avlunun ortasında bir yana eğilmiş çeşme, biraz ileride tavuk kümesi, dedesine her gün atını bıraktığı ahır ile biriken sinekler vızıldayarak rahat vermiyordu. Babası çoktan kahveden eve gelmiş, dedesi de faytonu ile birazdan gelirdi. Dağlarından şehri siyah yağmur bulutları kaplıyor, dağlardan şehre doğru bir soğuk yel esiyordu.
Hasan kızı Perihan’a seslendi. Seslendi ya Perihan avlunun orta yerinde başını evin ardı sıra uzanan dağlara doğru çevirmiş, kararmış “yağdım yağacağım” diyen havaya bakıyor.
Babası tekrar “Perihan!” diye seslendi.
Perihan -Baba gene yağmur yağacak- dedi. Gene yağmur yağacak!
-Allah versin kızım dedi. Bereket! Sen de gel artık. Islanma!
Perihan yavaş yavaş evin kapısına doğru yöneldi.
Hasan Bey emekli olduktan sonra kasabanın yazlık sinemasını kiralamıştı. Hâlâ kendisini dinç hissediyordu. Zaten çalışmasa da ne yiyerek ne içeceklerdi. Emekli aylığı yetecek miydi? Çalışıp didinecek hayatın bir ucundan tutacaktı işte. Hem evlenmesi gerekli bir kızı vardı, onun da mürüvvetini görecekti. En iyi filmleri getiriyorum, Cüneyt Arkın, Serdar Gökhan, Fikret Hakan, Yılmaz Güney filmleri…Yalnız seyirci az. Bu izleyici ne ister ki? İğrenç, korkunç film mi ister izleyici? Yoksa komedi mi? Yazlık sinema burası. Herkes gelsin, güzel filmler istesin diye son çıkan filmleri getiriyorum. Öyle biletleri pahalı da değil. Ya bu hava! Ekmek paramız bugün de havaya karışacak. Haziran ortasında yağmur yağıyor. Dün de yağmıştı, neredeyse iki güne bir yağmur yağıyor. Seyirciye de film beğendiremiyoruz, son bir haftadır da sinemaya uğradıkları yok. Kirasını da her ay ödüyoruz, ödeyeceğiz de mecburen.
Birkaç gündür akşam üzerleri yağmur yağıyordu.
Perihan sedirde oturan babasının yanına ilişti; babasını dinliyordu. Babası “Bugün de sinema yok.” Diyordu. “Bugün de sinemanın kapısını açamayacağız. Oysa Battal Gazi’nin Destanı” vardı. Ah yağmur! Dedi. Ah yağmur! Bugün de olmadı.”
Perihan sessiz babasını dinliyordu. Babasının hüznü, mutsuzluğu Perihan’ı etkilemişti. Babasını çok seviyordu, hele ki annesinin bundan on yıl kadar önce vefatından sonra. Hasan Bey kısa boylu, zayıf, saçlarını arkaya doğru tarar, genellikle konuşurken yavaş yavaş konuşurdu. Mutsuzluk okunurdu yüzünden, bir keder bir sıkıntı. Perihan babasını çok seviyordu. Dünyada bir babası bir de dedesi vardı, fakat son zamanlarda babasını üzgün ve hasta görüyor fakat babasına üzülmemesi için bahsetmiyordu. Perihan sadece babasına karşı değil çevresine karşı da sevgi doluydu. Sevgi dolu bir kızda Perihan. Yumuşak huylu, güler yüzlü, uysal yaradılışlı. Sadece babasına ve dedesine karşı sevgisinin yanında sevdiği genç bir arkadaşının da olması içten bile değildi. Sevdiği bir erkek olmasın mı? Erkekler de onunla konuşurken onun güzelliğinden birbirlerine bahsederler, onu güzel bulduklarından, güzel bir kız olduğundan söz ederlerdi.
Hasan Beyin oturduğu ev şehir merkezinde bir ev. Babası film bitiminde eve dönüşünde kızının yatak odasının penceresini tıklatınca çoğu zaman uyumayan kızı hemen kapıya koşar, babasına kapıyı açar, gülümserdi.
Mahalleden, hatta ilkokuldan sınıf arkadaşı Mustafa evlenme teklifinde bulunmuş, Mustafa’nın ailesi ile birlikte kız isteme töreninden sonra da evlenmişlerdi.
Düğün günü de yağmur yağmıştı.
Düğün sonrası mutluydular fakat bu mutluluk Perihan ve Mustafa’nın evliliklerinden birkaç ay sonra babasının ani bir kalp krizi nedeniyle vefat etmesi ile hüzne dönsdü. Babası vefat etmişti fakat yazlık sinemayı bırakamazlardı. Kirasını da bir yıllık vermişlerdi. Mustafa ve Perihan sinemanın başına geçtiler. Mustafa film makinistliğini yapıyor, Perihan ise gişede oturuyor, sinemanın gelir giderleri ile de ilgileniyordu.
Mustafa da vefat eden kayınpederi Hasan gibi -Sinema sevilmiyor-diyordu. -Sevilmiyor. Ben de öyle avantür filmleri sevmiyorum, Salon çoğu zaman boş oluyor ya olsun!- diyordu.
Yazlık sinema işletiyorlardı ya adı üzerinde yazlıktı. Sonra sinemanın yanındaki kışlık sinemayı da kiraladılar, Kentin tek kapalı sinemasını da kiraladılar. Sinema salonu yavaş yavaş dolmaya başlıyordu. Kış aylarında işleri kötü gitmiyordu. Yazın yazlıktan kaybettiklerini kışın kazanıyorlardı.
Mutlulukları da kazançları da fazla sürmedi, Perihan eşi Mustafa’yı bir trafik kazasında kaybetmişti. Şehirde faytoncu dedesini de Mustafa ile evlendikleri ilk yıllarında kaybetmişti. Şu anda ise tam anlamıyla mutsuz ve yalnızdı. Babası, eşi, sonra dedesi. Perihan’da artık üzüntüden iyice zayıflamış, o tebessümü, gülen gözlerinde eser, eski neşesi kalmamıştı. Atık eskisi gibi gülümseyemiyordu…Yine yağmurlar yağıyordu. mutlu, neşeli günleri artık geride kalmıştı. Bilinmez bir hayat vardı önünde. Akşamları evin basamaklarına oturuyor, boş avluda gözlerini gezdiriyor, ilgisizce etrafa bakıyordu, yemeden içmeden kesilmişti; eşinin vefatı onu derinden etkilemişti. Çevresinde her şeyi görüyor, her şeye bakıyor ama bir anlam ve mana veremiyordu. Acı öyle bir şeydi. İnsanı çevresine karşı duyarsız ve hissiz hissettiriyordu.
Kent giderek gelişiyordu, fakat onun bu avlu içerisindeki evi gittikçe bakımsız harabe bir hale geldi. Avludaki kümesin bir bölümü yıkıldı, ahır desen öyle. Avlunun eski bakımı yok. Her yer ot, çöp dolu. Artık ne tavuk vardı ne ördek ne kaz kalmıştı evin içerisinde, avluda ve kendisinde derin bir yalnızlık vardı, Kentte kocaman kocaman evler, işyerleri yükselmişti, yeni yeni yollar yapılmıştı, zaman bir su gibi akıp gidiyordu. Perihan da zamanla yaşlanmış, adeta bitmiş, çökmüştü.
Oturduğu avluda anılar birden belleğine geliyor, yüreğinde anlık bir mutluluk hissediyor, sonra gözünün önünden babası, dedesi ve eşi geçiyor, gözlerinden yaşlar boşalıyordu, sonra yine bir hüzün çöküyordu.
Yazlık bir sinemanın film şeridinde akan bir film şeridi gibi akıp geçiyordu hayatı. ( 18/01/2025 Akşehir)