İnsan için en büyük ilaç zamandır. İşte, olup olmadığına henüz karar verilemeyen zaman insana çok şey kazandırır. Geçmişinden günümüze bir özeleştiri yaptığında artılar, eksiler önüne dikiliverir. Hele bir de olgunluk dönemine girdiyse her alanda bir ayıklama başlar.  Ben kendi adıma o ayıklamada geç kaldım. Şöyle bir otuz yıl öncesine gittiğimde bugüne dek arkadaş, dost değil de bir kemirgen sürüsüyle birlikte olmuşum. Beni kredi kartı gibi görenlerin elinde pula dönüşmüşüm. Gelecek beş yılım ipotek altındadır, onun acısı çok farklı oluyor. Özellikle Bedri Karayağmurlar abimin telkinleriyle çevremi öyle daralttım ki, sonuç mu, şimdi çok rahatım. Yüreğinin güzelliği cemaline yansımış Mehmet Selçuk’un katkılarını da unutamam. İyi olmak belli bir yere kadarmış, geç anladım…

Mehmet Selçuk deyince paylaşımcılık, güler yüzlülük, iyilik güzellik kavramlarını eksik etmek olmaz. Onun sayesinde tanıştığım bir güzellik abidesi var. Gerçi ben onu, onun beni tanımasından önce tanımıştım. Dondurmam Kaymak filmindeki aykırı tipiyle herkesin olduğu gibi benim de gönlümde taht kurmuştu. Daha ilk merhabasında kendisini afişe etmişti. Dobraydı, değer bilirdi, üretenin yanındaydı, korkusuzdu, gözü pekti, güzeli, hak edeni övmekten kaçınmazdı. O, kendi çapımda yapıyorum dese de çok şey yapıyordu. Köşe yazılarında onu bunu kollamaz, doğru ne ise onu yazardı. 1978’lerde Sivas’ta görev yaparken Anadolu gazetesine bir iki satır yazardık. Orada Necmettin abi vardı. Köşe yazarıydı. Temiz, cesur biriydi. Çoğu kez ben Sivas’ın Uğur Mumcu’suyum derdi ayan beyan. Yolsuzlukların üstüne gider, yanlış siyasetçilere çatardı…

Her kentin bu nitelikteki gazetecileri oluyor. Bana göre holding basınından daha önemli iş yapıyor bu isimsiz yıldızlar. Karanlıklara ışık olmaya çalışıyorlar. Bazıları da yazılarında haykırır. Ağır başlılık içinde görevini yapar. Bir öğretmen, bir doktor için görev bilinci neyse gazeteci için de görev bilinci onlardan farksız değildir. Benim birkaç yıldır tanıdığım güzel dostum, gazetesindeki köşesinde mesleğinin incelikleriyle donanmış bir biçimde satırlarla okuyucuya ulaşır. Mesleğini fazlasıyla sever. Her yazısında sanatı, siyaseti, kültürü harmanlar öyle sunum yapar. Leonardo da Vinci’nin sevgi bilgiden doğar özdeyişini kanıtlar, bunun peşinde koşturur. Dur durak yoktur onun için, sevgisini köşe yazılarını yaldızlayarak sunmak görevidir. Yaldızlamak çoğu kez toplumda allamak pullamak olarak geçer. Sevgili dostum için en iyiyi, en güzeli vermek biçimindedir bu durum.

Birlikte olduğumuzda masamızda sevgi çiçekleri açar. Masanın bir ucundan öte ucuna gökkuşakları uzanır. Barış güvercinleri kanada kalkar. Ağzında zeytin dallarıyla deniz mavisi benekli martılar süzülür dururlar. Kahkahalarımız gök kubbede yankılanır. İnsan güldüğü kadar insandır özdeyişini doğrulatır bizlere Moliere’i anarak…

Muğla ağzıyla anlattıkları yüzümüzde çiçekler açtırır. Hadi bir tane, bir tane daha, derken saatler geçer. Yüreği gül bahçesi olan birinin insanın yüzünde çiçekler açtırmasından daha doğal ne olabilir ki… Hele Emin Amca öyküleri vardır ki olacak şey değil dersiniz dinlerken. Günümüzün Nasrettin’i, Bektaşi’si, İncili Çavuş’u gibidir bu anlattığı öyküler. Kesinlikle Muğla ağzıyla anlatmalıdır.

Yazının sonuna geldik, ben kimi anlatıyordum yazımda? Daha ilk satırda bunu çoğunuz anladı. Belki de o yüzden isim vermedim. Bir sayfa kağıda ancak bu kadarını anlatabildim sevgili dostumun. Sizler benden daha iyi tanıyorsunuz yüreği gül bahçesi olan dostumu. Yaşamımdan çoğu kişiyi çıkarttım. Yerine gelen dostlar dünyaya bedel. İnsan gibi adam gibi dostlarla arkadaşlık başka oluyor. Bunu yeni yeni anlıyor insan. Merhaba NEJAT ALTINSOY…