Yaşamayı ciddiye alan pek çok insan tanıdım hayatımda. Bunların başında Mevlüt Kaplan gelir.
Onu önce kitaplarından tanıdım. Güzel kentimiz Akşehir’in Ökes köyünde doğmuştur. Fakir bir ailenin çocuğudur. İlkokuldan sonra İvriz Köy Enstitüsüne gider. Devlet Baba köylerden toplayıp getirdiği çocuklarla birlikte Mevlüt Kaplanı da yedirir, içirir, eğitir… Günü gelince de eline bavulunu verir, işte orda köyün; git çalış, öde bana olan borcunu, der.
Gittiği köyün, sonraki çalıştığı köylerin ışığı olur yıllarca. Çocukları, yeri geldikçe analarını babalarını eğitir. Her daim ceketli kravatlı, eli kitaplıdır. Her gün temiz gömlek, her gün tıraş, tertip düzen akar her halinden. Cumhuriyetimizin o soylu eğitim yuvasında, öyle yetiştirilmiştir çünkü.
Köylerde öğretmenlik, yetmez Mevlüt Kaplan’a. Yükseğini okur. Yurt dışlarına gider, eğitim alanında kendini daha bir yetiştirir. Uzun yıllar müfettişlik yapar. Eğitim Uzmanlığı görevlerinde bulunur. Amaç, borçlu olduğu bu yurdun insanına daha bir yararlı olabilmektir.
Aktıkça yatağını genişleten, etrafını türlü çiçeklerle bezeyen bir güzel ırmak gibidir hocamız. Yaşadıklarını, gözlediklerini, düşündüklerini, hayallerini, umutlarını bir taraftan da oturur yazar. Şiirden öyküye, masaldan romana, geziden anıya; edebiyatın her türünde kalem oynatır. Çocuklar için yazdıkları, eserleri arasında önemli bir yer tutar. Öğrencilerimin zevkle okudukları Tren Düdükleri, Serçeler Yakına Konar, Kınalı Güvercin; yazarın hemen aklıma geliveren kitaplarıdır.
Yazma alanında akıttığı alın teri onu, Mahmut Makal, Fakir Baykurt ve daha nicelerinden oluşan Köy Enstitülü Yazarlar zincirinin önemli bir halkası yapar. Yüz değil, yüzlerce eser ortaya koyar. En son eseri, tam 95 yaşında yazdığı Akşehir’den Zafer’e adlı kitabıdır.
Akşehir’den Zafer’e adlı bu eserinde Mevlüt Kaplan, kan ve gözyaşıyla dolu Kurtuluş Savaşı yıllarımıza götürür bizi. Büyük bir emeğin ürünü olan kitapta, Sakarya Savaşı’ndan sonra Batı Cephesi Karargâhı’nın Akşehir’e taşınışı, Akşehir halkının askere kucak açışı, özellikle Mustafa Kemal’in defalarca Akşehir’e gelişleri gidişleri anlatılır. Tarih kitaplarında yer almayan nice anılar, tarih kitaplarına sığmayan nice destanlar, nice kahramanlar, kahramanlıklar dile getirilir. Akşehir’den Zafer’e, özellikle her Akşehirlinin evinde bulundurup okuması gereken önemli bir yapıttır.
Kitabın “Sözbaşı” bölümünde Mevlüt Kaplan, “Bu esri yazmak benim için zorunlu bir ödevdi,” diyor. “Yoksa eli kalem tutan bir Akşehirli olarak çok üzülür çok eksiklenirdim,” diye de ekliyor.
Bu sözleriyle aslında, bu bir Gönül Borcu’dur, demeye getiriyor. Doğrudur… Ve bu borç ödenmiştir bence. Hem de katmerlisinden…
Yazımın başında, onu önce eserlerinden tanıdığımı söylemiştim… Evet, sonradan hocamla tanışmak da nasip oldu:
Sanırım 2020 yılıydı. Sanata, edebiyata, dahası insanlığa yaptığı katkılarından dolayı, İzmir’deki “Vefa İstasyonu” adlı kültür sanat topluluğu, bir kadir kıymet bilirlik göstermiş, hocamız adına bir program düzenlemişti. Orada tanışmıştık. O gün 90 yaşındaki bu genç delikanlımız, biz yüz kadar dostuna, Köy Enstitüsü Marşı’nı beş dakikada hem öğretmiş hem de söyletmişti. Sahnedeki o mutlu ve gururlu hali hâlâ gözümün önündedir.
Selamlar sevgiler olsun elleri öpülesi o değerli öğretmenimize…
NOT: Akşehir Belediyesi tarafından bastırılan Akşehir’den Zafer’e adlı eser, okurlara bedelsiz sunulmaktadır.
Ayrıca… Yine bu temada yazılmış yine Akşehir Belediyesince bastırılmış olan Garp Cephesi Karargâhı (Akşehir’de Yaşananlar) adlı eseri de kitapseverlere öneririm. Akşehir’imiz için büyük çabalar harcayan değerli araştırmacı yazarlarımız Mehmet Koç’la Dursun Solmaz’ın bin bir emekle kaleme aldıkları bu belgesel yapıt, kıyıda köşede kalmış nice belgeleri, kapı kapı gezilerek elde edilen nice insan hikâyelerini gözler önüne sermektedir.
Sevgiyle…