Yalnızlığın İç Çekişi İkisi de ölümden, ikisi de topraklarından…

Çoban Ahmet parayı tam zamanında göndermişti. Babasının verdikleri de vardı ama bu yıl biraz plansız gitmişti. Geçen yıl nerdeyse hiç para harcamadığını düşündü. Aysel’le buluşmaları dışında okuldan pek çıkmamıştı. Birde yazın Akşehir de gittiği günlük paraları vardı. Hızlı yaşamak güzeldi de çok para gidiyordu. Artık ayağını yorganına göre uzatması gerekiyordu. Okulların kapanmasına birkaç gün kalmıştı. Bu yaz Ali’yle onların Antalya’daki yazlıklarına gideceklerdi. Akif yine Akşehir’e davet etmişti ama üst üste gitmek olmaz, hem onlarında hali orta da diye düşündü. Zaten Antalya da Ali’lerin yazlığında kalacaktı para harcamazdı ama kazanamazdı da.

 Aklını kurcalayan bir Aysel kalmıştı. Aysel’le durumları ne olacaktı. On beş gündür telefonlarına çıkmamış yazdıklarına cevap vermemişti. O sırada düşünüyordu.

 “Ona ne diyeceğim, ne yapacağız” diye soruyor, sonra kendi sorusuna kendi vicdanı cevap veriyordu.

“Sen söyleyeceğini söyledin. Ne yapması gerekiyorsa söyledin. Kendi bilir. Madem seni dinlemiyor sonuçlarına kendi katlanır.” Rahat mıydı? Bilinmez. Planladığı geleceği söyleyecekti. Bu kez cevabı vicdanına verdirmeyecek gelecek yaklaşıyordu.

 Eline bir kalem önüne bir dosya kâğıdı koydu. Mektup yazacaktı. Sonra da birkaç gün içinde gidecekti. Düşünüyor işin içinde çıkamıyordu. Öyle uzun boylu yazmaya gerek yoktu.

 Zaten Aysel ondan ne bekliyordu ki? Okulu bırakmasını o da istemezdi. Eli ekmek de tutmazdı. Ne iş yapacaktı bu yaşta. Birde çocuk olacaktı.

 Babası geldi gözünün önüne. İki kurak tarlayı ekip biçip 7 kişinin karnını doyurdu. Allah’a şükür kimseye muhtaç etmemişti. Ya anası, babasına yardımcı olmak için onunla koşardı tarlaya. Kendisi çobanlık yapardı. Ayşe’nin bile bir yardımı vardı. Anası babasıyla çalışırken o da kardeşlerine bakardı. Sabahları ev tarhana çorbası kokardı. Sabahın seherinde kalkmaya gocunmazlardı. Gün onlar için erken doğardı. Köy toprak kokardı, toprağın o buğulu kokusunu bir daha hiç alamamıştı.  Bahar orada iş demekti. İş demek aş demekti. Beraberce yarı aç yarı tok yaşayıp gitmişleri. Ta ki o yangına kadar... 

 Mehmet’i korkutan neydi? Bunun cevabı yoktu? Kardeşleri gözünün önünden gitmiyor, anasının gülen gözleri yüreğine işliyordu. Kızgındı. Kime? Bilmiyordu. Sadece kızgındı. Belki yangına! Belki babasına? Bekli de Gülcan’a? Hepsinin içinde açtığı yara farklıydı. Peki, bu nefret’in kurbanı Aysel mi olmalıydı? O ne yapmıştı…

Mektubu katlayıp zarfa koydu. Vazgeçmeden hemen gönderdi. Sonra rahat olan vicdanıyla yemeğe indi.

Yıpranmış zarftan çıkarıp tekrar okudu mektubu. Daha doğrusu notu…

“O çocuğu doğuramasın. Benden bu yaşta baba, senden de anne olmaz. Okulum var Aysel, geleceğim var. Eğer aksini düşünürsen ben yoğum”

Okurken gözyaşları sel olmuş yanaklarından akıyordu. İki aydır okumaktan vazgeçmemişti. Her açışında içinde umut olacak bir şeyler aradı. Bulmadı. Kâğıdı buruşturup fırlattı attı. Eli gayri ihtiyari karnına gitti. Nasıl bu kadar insafsız olabilirdi? Bir candan bahsetmiyordu sanki! Doğuramasın dediği şey onunda bir parçasıydı. Cinayet değil miydi ondan istediği? Günah ikisinindi onun ne günahı vardı. Aysel ne olursa olsun ondan vazgeçmeyecekti. Bu günahın bedelini karnındaki sabiye ödetmeyecekti. O Aysel’e tutunmuş en masum şeydi. Ya onunla ölecek ya da onula yaşayacaktı. Zaten artık geç kalmıştı. Karnı belli olmaya başlamış, annesi son zamanlarda çok yediği için kilo aldığını sanıyordu. Allahtan bu şekilde kapatıyordu hamileliğini. Eski kıyafetlerinin hiç biri olmadığı için Zeliha’yla yeni entariler etekler dikmişlerdi.

Yatağına uzandı. Gözlerini kapadı. Ne yapacaksa hemen yapmalıydı. Zeliha’ya konuşmaları aklına geldi.

 “Sakın bir şey söyleme ne olursun zaten çok utanıyorum“ demişti.

Zeliha;

“Ah be arkadaşım. Hiç mi kendini düşünmedi mi? “

Gevezenin bir olan Zeliş’den bunları duymak duygulandırmıştı.

“Düşünmez olur muyum hiç? Ama sevdim Zeliş çok sevdim, kaybetmekten koktum.”

“Ee ama kabul etmiyor. Pislik sanki tek başına hamile kaldın. Ne yapacaksın şimdi?”

“Bilmiyorum. Son kez yazdım cevabını beklerim. Sonrasına o zaman bakarım.”

“Daha okulu bile bitmedi. Ne yer ne içersiniz. Bir de bebek olacak. Yani onun tarafından baktığında pek haksız sayılmaz. Ama senin açında da zor… Yani bilmiyorum. Bir yandan yaptığı haltı temizlemesi lazım off…”

“O da öyle diyor. Yani okulu bırakamazmış. Anam kilo aldığımı sanıyor. Karnımda bir can büyüdüğünden haberi yok. Önünde sonunda öğrenecekler. O zaman ne yapacağım.”

“Üvey baban öldürür Aysel.  İyisi mi Mehmet’le bir daha konuş baktın olmadı…”

“Olmadı?”

“Kaç git kardeşim. Hatta beraber kaçalım. İstanbul’a gidelim. Beraber büyütürüz bebeği.“

“Haklısın kaçmam lazım da sen niye kaçıyorsun ki?”

“Bizim köşedeki bakkal var ya? Ha işte o. Beni istenmiş. Babamda hayırlısıyla olur demiş.”

“İyi de o adam 50 yaşında.”

“Bende biliyorum da. Anam şimdiden rahat edersin kızım dedi. Para sıkıntın olmaz. Gül gibi yaşarsın dedi. Hem bana sormadılar ki. Kendi aralarında söz vermişler. Aman neyse… Bende neden bahsediyorum. Senin derdin başından aşkın. “

Evet kaçmaları lazımdı. İkisi de ölümden ikisi de topraklarından. Bir altına girmemek için diğeri üzerinde ölmemek için. Kaçmaları lazımdı.

Mustafa’nın sesiyle uyandı. Yatağında doğruldu uyku mamuru gözleriyle Mustafa’sına baktı gülümsedi. Ne çabuk büyümüştü. Kendi bebeği de bu kadar çabuk mu büyüyecekti?  İçini bir kıpırtı bir heyecan sardı. Tabi ya hiç düşünmemişti. Babasına mı benzeyecekti yoksa kendine mi? Elleri yumuk yumuk ayakları gül kokacaktı. Acaba erkek mi yoksa kız mı? Nasıl gülecek, sesi nasıl olacaktı? İlk adımlarını düşündü, sonra anne deyişi ve baba… Neler alacaktı ona, tabi önce para kazanması gerekecekti. Yeter ki bebeği sağlıklı olsun sağ salim doğsun annesi onu hiç bırakmayacaktı.  Biraz birikmiş parası vardı, Zeliş’de de varmış bir süre idare ederlerdi. Bu gece yola çıkacaklardı. Sonra o deli bozuk Zeliş şarkıcı olacaktı. O zaman zengin olacak bebeğe Fransız dadı tutacakmış.  Bu düşünceyle bir daha gülümsedi. Elinde saç fırçası şarkı söyleyen bir teyzen olacak dedi içinden bebeğine. Sonra devam etti “korkma sakın ben sağ oldukça sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim.”

 Mustafa eteğinde asılarak;

“Abla kalk haydi. Karnım çok aç yemek yiyelim. Daha bir sürü dersim var. Sonra resim ödevim de var.”

“Dur paşam, çekiştirme şimdi kurarım sofrayı. Sonrada beraber dersine bakarız. Olmaz mı?”

“Tamam, o zaman ben resim ödevimi yapadurayım.”

Mustafa çıkınca Aysel kalkıp kaderini yazan mektubu aradı. İlerde bir gün çocuğu babasını sorarda zor da kalırsa belki gösterirdi. Zarfı buldu ama mektup yoktu. Yatağın altına baktı, yastıkların altına baktı. Bulamadıkça telaşlandı, hareketleri hızlandı yorganı kaldırdı baktı. İçini bir koktu sardı, kalbi telaşla atmaya başladı. Mustafa aklına geldi.  Resim ödevi için kâğıt götürdüğünü görmüştü. Dışarıya çıktı. Sofaya geçtiğinde kâğıdın üvey babasının elinde olduğunu gördü. Hemen arkasını dönüp koşmaya başladı ama daha kapıya yetişemeden saçlarından geriye çekildiği fark etti. Öyle hızlı çekmişti ki geri iki üç adım atıp yere düştü.

“Orospu, kahpe koynumda yılan beslemişim. Namusumu iki paralık ettin.” Aysel’in duyabildiği bu kadardı. Daha sonrası uğultu… Elleri karnında karnını koruyordu. Canı yanıyordu ama neresi kestiremiyordu. Adam var gücüyle vuruyor o da sanki nereye vurduğunu bilmiyordu. Aysel karnına gelen tekmeyle çığlık attı.

“Yapma, Allah aşkına yapma. Karnıma vurma “dedi. Bunu duyan adam iyice öfkenmiş yüzüne gözüne tüm gücüyle vurmaya devam ediyor ağza alınmayacak hakaretler ediyordu. Kapıyı birinin kırıp adamı tuttuğunu hayal meyal gördü.

 

 Mahşer yerine döndü ortalık. Mahalle halkı çığlıklara koştu. Topal imamın üvey kızını dövdüğünü gören kadınlar eliyle ağzını kapatmış kınayan gözlerle meydan dayağını seyretti. Karışmak gibi bir niyetleri yoktu, meraklarını törpülemeye çalışarak olanları izlemekti dertleri. Ellerinde bir ay çekirdeği yanlarında peçete eksikti. Ama seyirci tam oynayan film etkileyiciydi.

Bu gece kaçacaklardı ama şimdi üvey babasının sokak ortasında Aysel’i hala dövmeye çalıştığını tüm mahalleyle birlikte Zeliha’da izliyordu. Sinirden tırnaklarını yiyor kendini öyle bir sıkıyordu ki kaskatı olmuştu ama bir şey yapamıyordu. Annesi “sen nişanlı bir kızsın otur oturduğun yerde. Zaten arkadaşın olduğu için adın çıkacak karışma bari “demişti. Mahallenin ortasında Aysel’in üvey babasını üç kişi tutmuş durdurmaya çalışıyorlar annesi yalvar yakar ayaklarına kapanmış merhamet dileniyordu. Adam zavallı kadıncağızı da tekmeliyor.

 “Senin kızın işte. Orospunun teki. Karnında bir piç ile benim ekmeğimi yedi. Allah beni affetsin. Nasıl bir namussuzluk bu ya rabbi…”

Allahtan merhamet bekleyen bu adam karnında yavrusuyla Aysel’i öldüresiye dövmüş af dileniyordu. Zeliha içinden arkadaşına baktı. Hareketsiz yatıyordu. Her yeri kan içindeydi. Gözleri sanki bir ara Zelihay’ı buldu. Kurtuluş bekliyordu. Ama nasıl? Mahalle bir olmuş yerde yatan bu zavallıya acıma yerine adamı alkışlıyordu. Her yerde aynı yüzler herkeste aynı sözler vardı. Öyle ki Zeliha’nın annesinde bile. Etraftan bazıları “bırak öldürsün, mahalle bu pislikten kurtulsun. Aman bacım kızımız kısrağımız var. Bunun gibiler yüzünden sokağa çıkaramıyoruz” diyordu. Zeliha hepsine öfkeyle bakıp, dudaklarını ısıra ısıra ağlıyor ne zaman Aysel’e doğru adım atsa annesi kolundan çekiştiriyordu.

Ağlamaktan kısılmış sesiyle;

“Anne ölecek” dedi

“Hak etti. Allahtan çamuru sana sıçramasa bari valla adam seni almaktan vazgeçer. Bir daha nerden buluruz böyle hayırlı kısmet” dedi annesi.

Zeliha annesinden, babasından, şu karşısında üç kişinin tuttuğu adamdan, mahalleden insanlardan, bu cinayete gözü kapalı bakan herkesten ve kendisinden nefret etti.

Mustafa çığlıklarla ablasına sarılınca onu da tutup aynı şeyleri bacak kadar çocuğa da söylediler.

”Namussuzdu senin ablan, gel oğlum”

Bir başkası;

“Mahallemizde bu namussuz nasıl barındı.”

Bir diğeri;

“ Zaten vardı bir şeyler beli. Allahtan kızlarımız zehirlemeden geberdi. Zavallı imam babalık etmekten başka ne yaptı bu soysuza. Aman öldü ya çok şükür namusumuz temizlendi.”

Temizlenmişti ya. Namusları temizlenmişti. Yerde cansız yatan bu kız bir cana kıyamamış onunla ölüme giderken mahallenin namusu temizlemiş, imamın anlı açılmış Mehmet’in ise geleceği aydınlanmıştı. Tek kararan Aysel ve karnındaki daha gün görmemiş bebeğinin hayatıydı. Namusu insanların bedenlerinde arayan cahil insanların namusu temizlemiş sokakları Aysel’in kanıyla sulanmıştı. Daha kim bilir kaç kadının kanını akıtacaktı bu düşünce?

Ah Aysel! Mahallenin en güzel kızı Aysel! Sadece sevdin diye dövülerek öldürülen, bir cana kıymamak için cinayete kurban giden zavallı Aysel. O bebek hiç doğamadı ama bu gece birçok yıkıma gebe kaldı…

 

{ "vars": { "account": "G-5Z2CE4T8R8" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }