Mehmet Ali ile birlikte Antalya’nın Kemer ilçesinde bulunan denize sıfır yazlıklarına gitti. İki katlı müstakil görünen ev dışarıdan bakılınca köşkü andırıyordu. İçeriye girdiklerinde sıcak ve nemli hava hala insanı bunaltıyor nefes almayı zorlaştırıyordu. Mehmet ve Ali odalarına çıkıp kendilerini banyoya attı. Soğuk duş aldıktan sonra iki müzmin bekâr birlikte plaja gitti. Ali’ni eski arkadaşlarıyla bir araya geldiler. Birbirlerine kaynaşan gençler her gün standarda bindirip onlarla günlük plajda buluşuyor, akşamları partilerden başlarını alamıyorlardı.

Mehmet önceleri kendini bir peri masalının içinde görüyordu. Bu hızlı yaşama gözü kapalı atladı. Sınırsız içki, dans, müzik, deniz, kum, güneş ve kızlar… Buradaki kızlar eğlenmeye yer arayan bir yaz macerası için kendilerini oradan oraya atanlardandı. Şimdi hesap vereceği bir yer de yoktu. Babası onu beklemezdi nasılsa, Aysel ise ona diyeceğini demişti. Buradaki arkadaşları başka bir dünyaya aitti sanki. Sahilde yakılan ateşler, kurulan çadırlar… Hele kızlar; sevgilileriyle anlaşamıyorsa hemen diğerine gitmeleri... Mehmeh bu ortamı çok sevmişti. Kimsenin sorumluluk gibi bir derdi yoktu. Burada aşklar üç günlüktü. Grupta on kız vardı ve o kızlarla çıkmayan erkek kalmamıştı.

Bu kızlarla biraz zaman geçirince samimiyetlerinin olmadığını ve kendilerine oyuncak aradıklarını anladı.  Bir an için Aysel’ özledi.

Parti sırası onların evine gelmişti. Gündüzden birkaç hizmetçi gelip ortalığı toparladı. Evde yeterince içki varken Ali yenilerini sipariş etti. Alış veriş yapıldı ev ve iki arkadaş akşam için hazırlardı.

Kızlar yine takmış takıştırmış, erkekler ise son derece yılışık halleriyle kızlara övgüler yağdırarak içeriye girdi.  Ellerine içki, dudaklarına kulak çınlatan kahkahalarını taktılar. En başta sıkılan Mehmet iki kadehten sonra çakır keyfi oldu. Ortam artık daha çekilebilir oldu. Birkaç kadeh daha; sonra karşısında ona gülümseyen sarışın kıza karşılık verdi. Önce dans ettiler. Anlamadığı şarkıda tepindiler, sonra şarkı yavaşladı kızın beline kollarını kenetledi. Ortam da yavaşlayınca Mehmet ve adının Hülya olduğunu sonradan öğrendiği sarışın kız odaya çıktı.

Sabah yine aynı duyguyla kalktı. Ev parti sonrası savaş alanı gibiydi. Kıyıda köşede sızmış sarmaş dolaş insanlar uyuyordu. Tiksintiye baktı hepsine. Verandaya çıktığında derin bir nefes aldı, nemli hava ciğerlerine dolunca bundan da vazgeçti. Ne olmuştu ona? Bu kadar hız kâfi gelmişti galiba: doymuştu Mehmet. Artık alkol zevk vermiyor, burada uyandığı her geçen gün daha yorgun başlıyordu güne. Akif geldi aklına. Geçen yıl onlarda kaldığında ne kadar mutlu olduğunu fark etti.  Akif’in memleket sevdası, Sultan Ananın patates aşı, gecenin karanlığında ışıl ışıl uçuşan ateş böcekleri, çiçeklerin mis kokusu, odun ateşindeki çayın buğusu ve sabaha kadar onlara eşlik eden yıldızlar…  Bir de şu geçirdiği bitmek üzere olan yaz tatilini düşündü. Ali dışında buradakilerin ismini bile bilmiyordu.  İstediği hayat hangisiydi?

Elindekilerle yetinmek mi?  Yoksa daha fazlasını istemek mi? İstemekle olmuyordu. Mehmet bunu küçük yaşta anlamıştı. O hep fazlasını isterken aslında eksilerek ulaşıyordu. O aslında bir tek baba ocağını özlüyordu. Diğerleri ise ona evini hatırlatan güzel anılardı.

Geldiğin yeri unutma demişti babası. Acaba bunu mu kastetmişti?

Dönüş vakti yaklaştıkça Aysel’i daha bir düşünmeye başladı. Pişmanlık ve vicdan azabı yakasını bırakmıyor en çokta acaba ne yaptı sorusu beynini yiyordu. Bütün yaz haber alamamıştı. Gerçi ne bir adres ne de telefon vermişti. Nasıl haber alacaktı? Hala hamileyse son aylar olmalıydı? Ah fakültede falan olsaydı hiç düşünmezdi o zaman.  Aysel ona dur demişti yapma demişti. Şimdi günahını bedelini Aysel’e tek başına ödetiyordu. Ya hala geç değilse, hala hamileyse, hala çaresizse o zaman ne yapacaktı? Babasına söylese, imam nikâhı kıysalar, Aysel babasının yanında kalsa diye düşündü. Gülcan’ın varlığı yine yolunu tıkadı. Zaten Aysel her halde bitirmiştir, yoksa üvey babası anladığında onu öldürür, kokmuştur o şimdi diye düşündü.

Ya anladılarsa? Ya Aysel’e bir kötülük yaptılarsa? Bu düşüncelerle uykularını terk etti. Gidince öğrenecekti her şeyi. Öğreneceklerinden korkuyordu. Aklına Atilla İlhan’ın dizeleri geldi. Sessizce okumaya başladı:

Aysel git başımdan ben sana göre değilim 
Ölümüm birden olacak seziyorum. 
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim 
Aysel git başımdan istemiyorum. 

Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün 
Dağıtır gecelerim sarışınlığını 
Uykularımı uyusan nasıl korkarsın, 
hiçbir dakikamı yaşayamazsın. 
Aysel git başımdan ben sana göre değilim. 
Benim için kirletme aydınlığını, 
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim 

Islığımı denesen hemen düşürürsün, 
gözlerim hızlandırır tenhalığını 
Yanlış şehirlere götürür trenlerim. 
Ya ölmek ustalığını kazanırsın, 
ya korku biriktirmek yetisini. 
Acılarım iyice bol gelir sana, 
sevincim bir türlü tutmaz sevincini. 
Aysel git başımdan ben sana göre değilim. 
Ümitsizliğimi olsun anlasana 
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim. 

Sevindiğim anda sen üzülürsün. 
Sonbahar uğultusu duymamışsın ki 
içinden bir gemi kalkıp gitmemiş, 
uzak yalnızlık limanlarına. 
Aykırı bir yolcuyum dünya geniş, 
Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki. 
Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş. 
Sakın başka bir şey getirme aklına. 
Aysel git başımdan ben sana göre değilim, 
ölümüm birden olacak seziyorum, 
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim. 
Aysel git başımdan seni seviyorum...

Bu dizelerde adı geçen ölüm Aysel’in ölümüydü. Mehmet bunu henüz bilmese de hissediyordu…