Güzelim Türkçeye hayran olmamak elinde değil insanın. Bazen bir kelime, bazen bir deyim alır sizi götürür bir yerlere. Hele kelimelerin çağrışım dünyasını da işin içine katarsanız neler çıkmaz ki karşınıza. Arzu ederseniz “yalan” kelimesi üzerinde yapalım gezintimizi.  

Bakalım neler çıkacak karşımıza. “Hakikati çarpıtmak ve gizlemek için uydurulmuş söz” diye tarif ediyor sözlükler onu. Ama kolay değil ki bu kısacık tarifle onu bilmek. Bin bir çeşidi vardır onun. Konuşmadığı dil, bürünmediği kisve, girmediği şekil yoktur: Büyüğü, küçüğü, masumu, korkuncu, hınzırcası, şeytancası, ustaca söylenmişi, acemice gevelenmişi…

Söylemeden geçmeyelim; toplumun yalanlara verdiği beyaz, pembe, tozpembesi, siyah gibi renklendirmeler de mevcuttur.

Nasıl ve ne renk olursa olsun ürkütücü bulmuş insanımız onu. Bu yüzden “Yılandan korkmam, yalandan korktuğum kadar” deyivermiş. Hem nasıl korkulmaz ki yalandan? Pinokyo’nun burnunu uzatan, zavallı karganın peynirini tilkiye kaptırtan, hatta atamız Hz. Âdem ile Hz. Havva’yı cennetten kovduran şeytani bir yalana inanmaları değil de nedir ki?

Sahi, çocukluğumuzdan biliriz Pinokyo’nun yalandan burnunun uzadığını değil mi? Size bir sır vereyim mi? Yalanla burun arasında bir bağlantı var aslında. Yalan söylediğini düşündüğünüz insan burnunu kaşımaya başladıysa hislerinize güvenin. Hele hele göz temasından kaçıyorsa emin olabilirsiniz demektir. Eğer profesyonel bir yalancıysa gözünüzün ta içine bakmayı sürdürür.

Bilmesine bilirsiniz onun kötülüğünü. Evde anneniz, okulda öğretmeniniz: “Evladım, kötü bir şeydir yalan!” diye öğütlemiştir sizi. Ancak kurtulamazsınız ondan. Görülmez kolları vardır onun. Sarar sarmalar sizi. Kanınıza karışır; tepenizden girer tırnağınızdan çıkar! Boşuna dememişler “tatlı yalan” diye. En sıkışık anınızda çare gibi durur karşınızda. Söyleyiverirsiniz bir çırpıda. Ama ümitlenmeyin boşuna. Bırakmaz artık yakanızı. Ömrü kısadır onun. Çıkarır foyanızı meydana. Ne buyurmuş atalar: “Yalancının mumu, yatsıya kadar yanar.” Eskiden palavracı kimselere halk arasında “kırkyalan” lakabı verilirmiş.

Küçük bir Anadolu kasabasında iki lafından biri yalan olan birisine “yalan bilmez” lakabını taktıklarını duyduğumda hem şaşırmış, hem de bu ismi o kişiye yakıştıranların inceliğine ve isabetine hayran olmuştum. Şaşırmıştım; çünkü ilk duyduğumda bu kişinin yalan söylemediği için bu ismi hak ettiği düşüncesine kapılmıştım. Hayran olmuştum; çünkü o kişi hakkında üstü kapalı şekilde bir ikaz taşıyordu bu lakap. Ne kadar zarif ve ne kadar anlamlı bir yaklaşım…

Hele yapamayacağı bir işi yapacakmış gibi görünenlere halkımızın taktığı isim yok mu? Hayran olmamak insanın elinde değil. Bu sahtekârlara halkımızın layık gördüğü paye “yalancı pehlivanlık”tır. Yalan kelimesinin en derin manaya büründüğü yer “yalan dünya” tabiri olsa gerek. Dünyanın faniliğine, gelip geçiciliğine dikkat çeken; insanlarla iyi geçinmeyi öğüt veren felsefi bir yaklaşımı içerir.

Rahmetli anneanneme “dünya yalan ebe(nine) ” dediğimde, “dünya yerinde duruyor, insanlar yalan insanlar, yavrum.” cevabını aldığımda önce anlamamıştım. Şimdi anlıyorum ki; dünyayı yalan kılan, insanlar ve yaşadıklarıdır.

Şöyle bir düşünelim, son zamanlarda insanımızın artık kanıksadığı yalanlar nedir acaba?

“Beş dakikaya geliyorum, hemen hazırlanıyorum, yarın başlıyorum (diyet, spor, okuma, yazma vs.), telefonun sesi kısıktı, göründüğü gibi değil (bilmediğin şeyler var), indirim vardı (alışveriş düşkünleri sıklıkla başvurur), sorun sende değil bende, şimdi seni arayacaktım…”

Şair ve yazarlarımız da yabancı kalmamış yalana. Ama onların yaklaşımı iç zenginliklerinin gereği olarak çok daha farklı. Türk şiirinin ünlü ustalarından Bahtiyar Vahapzade bir şiirinde şöyle sesleniyor:

“Bin yıl yaşanmış ömürden günden

Bir an yaşanacak ömür güzeldir.

Beni öldürecek gerçek sözünden

Beni yaşatacak yalan güzeldir.”

Bu dizelerde hoş bir masumiyete bürünmüş yalan. Fakat yine de uzak durmak lazım ondan. Edip Ahmet Yükneki’nin kaleme aldığı Atabetü’l-Hakayık’ta da yalan, yiyeceklerden soğana ve hastalıklardan vereme benzetilir.

(Doğru söz bal, yalan söz soğan gibidir. Soğan yiyip ağzını acıtma, bal ye. Yalan söz verem, doğru söz şifa gibidir.)

Bir başka şairimiz de “Öyle bir yalana inandır ki beni /Ömrüm boyunca sürsün doğruluğu” diyor muhatabına. Ama biz Akif’le birlikte söyleyelim: “Sözün odun gibi olsun da hakikat olsun tek!”

Yalansız ve riyasız bir dünya dileğiyle…