Şair Haki, Akşehir Medhiyesi’nde:

“Veliler içre “Gevher İmre” mahaldir olsa yekdane,

Erenler içre “Şeyh Eyyüp” yaraşır olsa merdane,

Ziyaret eylersen “Hızr”ı hayat erer o dem cane” derken Şeyh               

Eyyüp için “mertçe söylemek gerekirse o kendini iyi yetiştirmiş bir erendir” şeklinde belirtiyor.

Günlerdir Akşehir ‘e yağmur yağmıyor, güneş Akşehir ‘in üstünde ateş olmuş şehre yağıyor, şehri yakıyor, kavuruyordu. Kuraklık yemyeşil bitkileri sarartıyor, karartıyor, kurutuyordu. Sıcaklığa dayanmak ne mümkün, nefes almak imkânsızdı, canlılar, insanlar ölüyordu.

Eyüp Dede, seksenli yaşlarda, ak saçlı, aksakallı kendisini yetiştirmiş, geceler boyu ibadet eden, sabahlara kadar evinin kandilleri yanan, ermiş bir ihtiyar. Akşehir’de Kızılca Mahallesi’nde oturuyor. Akşehirli tarafından sevilen “Dede” diye, tanınan bir ermiş.

Gecenin bir vakti kapının tokmağı vuruluyor. Eyüp Dede;

“-Kim o? Diye, oturduğu sedirden kalkarak, yavaşça kapıya doğru yöneliyor.

Eyüp Dede’nin oturduğu odanın dört duvarı raflarda dini ve ilmi kitaplarla dolu. Oturduğu pencerenin önündeki sedir, sedirin yanında açık bir rahle de Kuran’ı Kerim, yine dini kitaplar, onun yanında iki adet yan yana minderler. Yine kapının yanında küçük bir sedir daha. İki pencerenin ikisinde de yanan kandiller. Odanın ortasında küçük bir sehpa var. Onun üzerinde de yanan bir kandil. Yerde serili eski bir kilim. Kitaplarla dolu küçük mütevazı bir oda.

Yavaş yavaş kapıya doğru yöneliyor, kapıya yaklaştığında yeniden;

“-Kim o?” diyor, Eyüp Dede,

“-Benim, Ali, Ali…”

Ali’yi tanıyor Eyüp Dede. Kızılca Mahallesinden, bir alt komşu. Hayvancılıkla uğraşıyor. Ellili yaşlarda. Ne zaman kandil yağına ihtiyaç duysa ilk kendisine uğrardı. Sevindi, mutlu oldu, hatta aşırı derecede mutlu oldu.

Tahta kapı gıcırtıyla açılıyor.

“Hoş geldin. Hoş geldin. Mustafa, Hüseyin, Rıza sizler de hoş geldiniz.”

Ali gelirken yanında Akşehir eşrafından Mustafa, Hüseyin ve Rıza’yı da getirmiş,

Eyüp Dede tekrardan “Hoş geldiniz. Hele buyurun ağalar.” diyor.

Ali’nin, Mustafa’nın ve Hüseyin’in elinde yine küçük şişelere konulmuş kandil yağları.

Eyüp Dede ;” Neden zahmet ettiniz” diyerek, küçük şişeleri alıyor.

Ali; ”Ne zahmeti dede .”

 “Zahmet ne kelime dede” diyor Hüseyin, “Siz ki sabahlara kadar okuyor, zamanınızı ibadetle geçiriyorsunuz. Biz küçücük bir şişe kandil yağı ile getirmişiz, zahmet mi olur .”

Rıza, yer minderine oturmuş, oturduğu minderden;

 “Akşehir’e günlerdir yağmur yağmıyor, Bir yağmur duası etseniz de,”

Eyüp Dede;

 “Bende evliyalık yok” diyerek kendisini gizliyor, gizliyordu ama Akşehirli onun ilim ve irfan sahibi ermiş bir kişi olduğuna kaniydi.

Bu kez Rıza;

 “Eyüp Dede görüyorsun günlerdir, hatta haftalardır yağmur yağmıyor,,. Ekinlerimiz kurudu. Sıcaklardan hayvanlar ölüyor, nefes alacak halimiz kalmadı. Böyle giderse kıtlık da kapıda, artık sen bilirsin, ocağına düştük...”

Eyüp Dede;

 “Aman evladım, dedi, O nasıl söz. Bende evliyalık yok” diyerek misafirlerini uğurladı.

Diğer günlerde yine Eyüp Dede’nin evi Akşehir eşrafından kişilerle dolup taşmıştı, bu bir hafta kadar böyle devam etmiş, Akşehir’de susuzluk ve kuraklık da günden güne kendisini daha fazla hissettirmeye başlamış, Eyüp Dede ise Akşehir’den kendisini ziyarete gelenlere “Ben evliya değilim, ermiş bir kişi değilim “diyerek, ermiş kişiliğini gizlemeye çalışsa da kendisini ve ilmini gelen kimselerden gizleyememişti.

****

Diğer günün sabahında bir testi haşhaş yağı alarak, Kızılca Mahallesi’nden başlayarak “Yağ, yağ, yağ!” diye bağırarak gezmeye başladı. Nuh Tufanı gibi bir yağmur yağmaya başladı, öyle bir yağmur yağıyordu ki hiç durmayacak gibi, inatla bir yağmur yağıyor. Sultan Dağlarından Akşehir’e doğru akıyor, herkes çok iyi biliyor ki bu yağan yağmurla, nehirler kabaracak, Akşehir Çayı taşacak, şehir adeta küçük bir göle dönecek, küçük köprüler çökecek ne yol ne iz kalacak. Çamur, yağmur, şimşekler çakıyor. Kaçan kaçana.    

****

O günün gecesinde yine Akşehir eşrafından Eyüp Dede’ye gelenler oldu, bu kez de “ Allah’a dua et de yağan yağmur dursun” dediler.

Eyüp Dede, “Bende evliyalık yok, ermişlik yok” diyerek onları geri çevirdi,

O günün sabahında, sırtına bir çuval leblebi alarak mahallelerde bulunan çocuklara; “ Yağma, yağma” diye bir çuval leblebiyi ücretsiz dağıtmaya başladı ki leblebi çuvalı bitmeden yağmur yağması kesildi.

****

Bitti mi?

Hayır!

Kuraklık günden güne insanlığı tehdit ediyor, su kaynakları günden güne tükeniyor. Su kaynaklarının devamı için yeşil alan ve ormanlarımızı korumalı, boş alanları ağaçlandırmalı, ormanlarımızı korumalı, doğal yeşil alan ve park sayıları arttırılmalı…

Neyse, Yağlı Dede Türbesi’ne giderken, elimde dört adet mumla birlikte yukarıdaki temennilerde bulunarak Yağlı Dede Türbesi’ne dilekte bulundum.

İnşallah dileğim, dileğimiz olur. Dünya gelecek yıllarda baş gösterecek olan susuzluktan, kuraklıktan, kıtlıktan kurtulur.  Âmin.