Nasreddin Hoca zamanında yazılan fıkra kitaplarının günümüze ulaşmamasının en büyük nedeni olarak Akşehir’e gelen Timur’un onları yaktırdığı şeklinde bir iddia vardır. Köprülüzade Mehmet Fuat tarafından 1918 yılında ortaya atılan bu iddiaya göre:” Nasreddin Hoca zamanında ve ya ölümünden kısa süre sonra yazılan “ külliyat ” mahiyetindeki eserlerin, Akşehir’in Timur tarafından işgali sırasında ortadan kaldırıldığı sanılmaktadır.” şeklindedir.

Timur, Akşehir’e geldikten sonra hızlı bir şekilde Anadolu’dan ayrılmaya karar verdi. Orta Asya’ya giderken öncelikle yanında bütün Kara Tatarları götürdü. Ayrıca sanatçılara, bilim adamlarına değer veren Timur işgal ettiği yerlerde bu tür kişileri alıp Semerkant’ta oturmaya mecbur etmiştir. Bilindiği kadarıyla Anadolu’dan ayrılırken Kara Tatarların dışında sanatkâr ve bilim adamı gibi özellikleri olan 40 bin kişiyi yanında götürmüştür. Bu gün bile Özbekistan’dan Türkiye’ye gelen bazı aileler atalarının Türkiye’den Timur tarafından zorunlu göçe tabi tutulduklarını söylemektedir.

Günümüzde Timur’un vatanı olan Özbekistan’da Nasreddin Hoca, Nasriddin Afandi olarak bilinmektedir. Özbekistanlı  gazeteci yazar Tahir Kahhar, en çok Nasreddin Hoca fıkrasının Özbekistan’da olduğunu iddia etmektedir. Özbekistan’da 700 civarında olan fıkra sayısı Nasreddin Hoca’nın yurdu Türkiye’de bile 500’ü geçmediğini ifade etmektedir. Tanınmış Özbek bilim adamı Hadi Zarif, 1935 yılında Namangan’da el yazması bir antoloji satın aldığını ve bu el yazmasında 19 tane Hoca Hasredin Efendi fıkrasının bulunduğunu belirtmektedir. Bu antolojinin 1862-1863 yıllarında Rum lisanından (Osmanlı Türkçesi) Maveraünnehir diline (Doğu Türkçesi) tercüme edilmiş olduğunu kaydetmiştir. Hadi Zarif, bu tercümelerin Türkiye sahasında Nasrettin Hoca fıkralarının ilk defa yayınladığı 1837 yılına kadar gidebileceğini belirtmektedir. O yıllarda Nasrettin Hoca fıkralarının Özbekler tarafından bilinmediğini, hatta 1920’li yılların ikinci yarısında şehirlerden uzak yerlerde yaşayanlar arasında Nasriddin Afandi latifelerini bilen kişilere çok az rastladıklarını kaydetmiştir. Hadi Zarif, Nasrettin Hoca tipinin bu tercümeler yoluyla, Türkiye ve Azerbaycan Türklerinden Özbek Türklerine geçtiği ihtimali üzerinde durmuştu.

            Burada da görüldüğü gibi Nasreddin Hoca fıkraları Osmanlı Türkçesi ile yazılı olduğundan Özbekistan’da hemen yayılmamış yüzyıllarca saklı kalmıştır. Ancak 1860’lı yıllarda doğu Türkçesi’ne çevrilerek yayınlanmıştır. Bir el yazmasından yapılan bu çeviri aklımıza kayıp Nasreddin Hoca kitaplarını getirmektedir. Belki de Timur zamanında Anadolu’dan götürülen bu kitaplar çeviri yapıncaya kadar bir kütüphane köşesinde beklemiştir.

            Araştırmacılara göre; Özbekistan’da Nasriddin Afandi olarak bilinen Nasreddin Hoca’nın fıkraları genellikle Timur ile olanlardır. Çünkü Çar sömürgecileri ve onların vekilleri olan Bolşeviklerin kurduğu sistem, Özbek milli değerlerinin yanında Emir Timur’un adını da kötülemek amacındaydı. Bu amaçla Timur’u istilacı, acımasız, cahil biri olarak kötülemek için Ruslar  bütün imkânlardan faydalanmıştır.

Sonuç olarak, Özbek Türklerindeki Nasriddin Afandi, Türkiye sahasındaki Nasrettin Hoca ile oldukça benzer özelliklere sahip bir tiptir. Bu benzerlikler, pek çok noktada ortak özellikler olarak karşımıza çıkmaktadır. Özbek Türkleri ve Türkiye Türkleri birbirlerinden uzak iki coğrafî alanda yaşıyor olmalarına rağmen, Nasrettin Hoca tipi ve fıkralarında ortak noktalar olması bu iki Türk boyunun
Nasrettin Hoca’yı ve fıkralarını ne kadar benimsemiş olmalarının bir göstergesidir.  Bu benimsemede Akşehir’den Timur tarafından götürülen Nasreddin Hoca fıkra kitaplarının etkisi olabilir mi?