Tarihi Akşehir Arastası, Akşehir’in merkezinde esnafların ve zanaatkârların toplandığı başlangıcı Selçuklulara dayanan bir çarşıdır.

            Araştırmacılar, arastanın Farsça iki ayrı sözcükten Türkçeye geçtiğini ileri sürmektedirler. Birincisi Ârâsten (tanzim etmek, sıraya koymak, çekidüzen vermek, süslemek) mastarından gelen arastanın manası “sıraya konulmuş, düzenlenmiş”tir. İkincisi ise rāstā/rāste راستا/راسته düz yol, cadde, özellikle çarşı caddesidir. Arasta sözcüğünün kayıtlara geçmiş en eski kaynağı Cafer Efendi’nin Risale-i Mi'mâriyye’de (1614) : “rezdak muˁarrebdir, farisî olan reste'den taˁrib olunmuştur, türkîde âmme galat edip araste derler.” şeklinde kayıt vardır. Arastanı kullanımı daha öncesinde sözlü olarak veya günlük hayatta yaygın olabilir.

            Reşat Ekrem Koçu, Arastanın "seferlerde ordunun geçeceği anayol üzerinde bulunan büyük şehirlerimizde kurulan ve dükkânlarında, hurda teferruatı ile (ince ayrıntılarına kadar) sadece asker eşyası ve levazımı satan büyük çarşı" anlamına geldiğini söylemektedir. Türkçe’de bu anlamı kazanması, dükkânların düzenli biçimde karşılıklı birer sıra halinde dizilmiş olmalarından veya ordugâh pazarının askerî disiplin içinde “tanzim edilmiş satış” yapmalarından yahut her iki sebepten yani bu dükkânların gezgin satıcılara nispetle her hususta düzene konulmuş olmalarından ileri gelmektedir.

            Paul Dumont ve François Georgeon tarafından derlenen “Modernleşme Sürecinde Osmanlı Kentleri” isimli çalışmada, geleneksel Osmanlı kent yapısı üçe ayrılarak incelenir. İlk kısım yönetimin merkezi olan ve ticaretin gerçekleştiği “İçkale ve kale” bölgesiyken, ikinci kısım halkın ikamet ettiği konut alanlarıdır. Üçüncü ve en dışta kalan bölge ise “Kale altı” olarak bilinir ve bu kısımda pazar gibi yerleşik olmayan ticari etkinlikler yürütülür. Çarşıların yakınına inşa edilen merkez camileri (Cuma Camisi veya Ulu Cami olarak da bilinir) ve hamamlar, bu kültürü oluşturan temel unsurlardır.

            Akşehir, şehir yerleşimi açısından yukarıdaki plana uygun olarak yapılandırılmıştı. İçerisinde yöneticilerin ve askerlerin kaldığı bir içkale, kalenin etrafında halkın yaşadığı konutlar ve halk arasında Tahta Kale olarak bilinen Tahte’l-Kala (Kale altı) bölgesi vardı. Akşehir’in Tahte’l-Kala bölgesinde 1337 yılında İplikçi Cami olarak bilinen Ambardar Kerim Ağa Camii yaptırıldı. Bu Caminin kitabesine göre; (H.758/1337) tarihinde yaptırılmıştır. Bu dönemde Akşehir Karamanoğlu ALÂEDDİN BEY’in yönetiminde idi. Camiyi Ambardar KERİM AĞA inşa ettirmişti. İplikçi Camisinin yakınlarına medrese, imaret ve hamam gibi binalar yapılarak hem  camiye bakımları için gelir sağlandı hem de çevresine canlılık vererek merkez konumdaki camiye cemaat kazandırıldı.

            İplikçi Camisinden çıkan cemaatin evlerine dönmeleri için izlediği yol üzerine gölgelik amacıyla karşılıklı asmalar dikilmişti. Bu asma altlarında camiye gelir getirmesi için cemaatin ihtiyaç duyduğu malzemelerin satışına başlanmıştı. Zamanla satış yerleri ahşap çatılar ile örtülmüş, sonradan yangınlar yüzünden bu yolların üstlerinin kâgir tonozlar ile örtülmesi yoluna gidilmiştir. Dükkânların arasında kalan sokağa da arasta sokağı denilmiştir.

            1467 yılında Akşehir kesin olarak Osmanlı egemenliğine girdi. Selçuklu Dönemi’nde arasta çarşısının işleyişi belli bir standarda sahip değildi, Osmanlı’yla birlikte giderek düzenli bir şekle büründüğü görülür. Örneğin, dükkanların açılış ve kapanışlarının belli kurallara tabi tutulması gibi düzenlemeler, Osmanlı yönetimiyle birlikte çarşı kültürüne girmiştir. En göze çarpanı ise, her sabah arasta esnafının dükkânlarını açmadan evvel topluca dua etmeleri ve dürüst iş yapacaklarına dair yemin etmeleridir. Bunun için arastada bir dua meydanı vardı.

            Tarihi eski belgelerde arasta adı geçmese de Akşehir merkezinde İplikçi Cami yanında pek çok dükkan olduğu belirtilmektedir. 1483 yılı vakıf defterlerinde  İplikçi Cami vakfına ait 700 akçe geliri olan dükkanların olduğu kayıtlıdır. Yine 1535 tarihli kayıtta ise cami etrafında içlerinde kasap, derici, ipekçi ve hatta hatlı levhalar satan dükkanlar olmak üzere 66 dükkanın vakfa ait olduğu yazılıdır. Bütün bu dükkanlar tek katlı ve zemin katta idi.

            Akşehir Arastasında, sonraları aralarına değişik esnafın da karışmasına rağmen, genellikle aynı malın ticaretini yapan karşılıklı dükkânların olduğu sokaklara ayrılmıştı. Bir sokakta terlikçiler, ayakkabıcılar  diğer bir sokakta özel  lezzetleriyle şeker, helva, peynir, yoğurt, gevrek-etli ekmeklerin, patelilerin, peynirlilerin ve kebapların  da üretilip,  alınıp satıldığı,  bir başka sokakta ise sobacıların, demircilerin mesleki sanat  gerektiren uğraşların  yapıldığı  yerdi, diğer bir sokağın etrafında ise kumaş satıcıları, usta terzilerin dükkanları vardı.

            Tarihte Akşehir yolların kesiştiği bir merkez ve bir menzilhane idi. Bu nedenle sefere giden Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman ve lV. Murat gibi pek çok padişah ordusuyla Akşehir’den geçmiştir. Bu seferler sırasında arasta esnaf ve zanaatkârları ordunun ihtiyacını karşılayacak şekilde düzene giriyorlardı. Demirciler kılıç, kalkan, mızrak gibi silahlar üretirken terziler askere elbise, ayakkabıcılar ayakkabı ve ordunun beslenmesi için gerekli malzemeler depolanıp askerlere pazarlanıyordu. Kısaca arasta esnafı ve zanaatkarı sefer sırasında orduya çalışıyordu. Nitekim Kurtuluş Savasında Büyük Taarruz öncesi ordu için pek çok silah ve giyim malzemeleri arasta da yapılmıştı.

            Yüzyıllar içerisinde arastada bulunan dükkan sayıları artmış, esnafların yanı sıra zanaatkarlarda çoğalmıştı. Aşçılık, helvacılık, demircilik, terzilik gibi mesleklerde hep usta, kalfa, çırak sistemi vardı. Akşehir’de yaren kültürü gelişmişti. Akşehir’e yerleşen pek çok ahi sanatlarını ve ahlak anlayışlarını öğretmişlerdir. Örneğin Akşehir’de keçecilerin piri: Ahi Celal, helvacıların piri ise Ahi Reis idi. Balıkçı esnafının piri Ahi Yakup, pidecilerin piri ise Ahi Cemal idi. Liste böyle uzayıp gider. Ahilik kültürü Akşehir arastasına hakim bir kültür idi.

            Akşehir arastasının büyümesi ile birlikte ortak kullanım mekânları yapılmaya başlandı. Bunlardan biri Tahtakale Mescidi idi. Bu mescidin yanı sıra Tahtakale çeşmesi ve arasta çeşmesi yapılmıştı. Taht-el Kale Camii’nin bitişiğindeki Arasta Çeşmesi’nden Akşehir’in en güzel suyu akardı.

            Arasta çarşısı geçmişte yangın ve seller gibi doğal afetlerden çok etkilenmiştir. 1886 ve 1889 yıllarında Akşehir iki büyük yangın geçirmişti. Bu yangınlarda İplikçi Camii ve Arasta baştanbaşa yanmıştır. O devirde Akşehir Müftüsü olan Salim Efendi’nin gayretleri ile İplikçi Camisi ve Arasta yeni baştan yapılmıştır.

            Akşehir Arastası pek çok şair ve yazara ilham vermiştir. Akşehirli Ahmet Çuhacı “Arasta” şiiri ile onu ölümsüzleştirmiştir. Yine Akşehir sokaklarında büyüyen Tarık Buğra eserinin birinde: “Belediye çavuşu çarşıyı ve arastaları dolaşmış, esnafa kepenk kapattırmıştır.” şeklinde arastaya yer vermiştir.

            Akşehir Arastası birkaç yıl önce geçirdiği esaslı bir restorasyon sonucu günümüzde yaklaşık 300’e yakın dükkanla Akşehirlilere ve Akşehir’e gelen herkese hizmet sunmaya devam ediyor.