Yıl 1994, TBMM’nin gurup toplanma salonundayım. Biraz sonra Başbakan Tansu Çiller’le buluşacağım. Salon Akşehir’den ve Ereğli’den gelenlerle lebaleb dolu. Aslında gün bizim ama araya bu ilçeden gelenler de sıkışmış, onlar da kentlerinin il yapılmasını isteyecekler.

Ama Akşehir açık ara önde çünkü sözcü olarak ben varım! Ben kimim? Elbette Nasreddin Hoca’yım. Başımda sarık, sırtımda cübbe, belimde kuşak…

Kürsüye çıkarken kullandığım yan merdiven basamaklarını bitirirken salon alkıştan yıkılıyor! Nezaket ve sempati gereği yüzüm onlara dönük ellerimi havaya kaldırmışım mikrofonlara doğru yürüyorum…

Yerde bir cisime ayağı takıldı sendeledim, neredeyse düşeceğim; kavuk bir yana gidecek teşbih öbür yana… Neyse zorla toparladım, geriye dönüp neye çarptığıma baktım. Orada münasebetsiz bir tahta kutu duruyordu yüksekliği 15 cm kadar olan 30x30 cm boyutunda bir şey!

Hemen sonra yanıma Tansu Hanım geldi, “Hoş geldin” dedi, sarılıp öpüştük!

Şimdi itiraf edeyim bu sahneyi biraz ben zorladım. Çünkü evden çıkarken eşime “Eğer orada Tansu Hanım’ı öpersem bil ki bunu kendim için değil şehrim Akşehir’im için yapacağım” demiştim.

Çok sinirlenmişti; “Sakın ha böyle bir şey yapma! Yaparsan da artık eve dönme!” demişti. Bu uyarıya rağmen yaptığım özveri şehrim tarafından yeterince değerlendirilemedi!

Yukarıda Allah var, Tansu Hanım gerçekten çok güzel bir kadındı. Hele onu çok yakından görünce o günkü Doğruyol Partisi’nin kaşarlanmış siyasetçilerini çok iyi anladım. Cumhurbaşkanı Sayın Demirel’in onu bu makama getirirken Prof. oluşundan çok fiziksel yansımasının rol oynadığını düşündüm…

Biraz sonra konuşmaya başlayacağım. Kürsü önünde yığılan Meclis muhabirleri ellerini uzatıp mikrofonlarını kürsüye koymamı istiyor. İnsanlık gereği yardım ediyorum. Bu arada Tansu Hanım o biraz önce takıldığım tahta kutunun üzerine çıkmış, boyunu uzatmış halkı selamlıyor. Kürsü biraz uzun, aşağıdan bakan belden yukarımızı görüyor.

Bu arada sağ elimle mikrofon işini görürken boşta kalan sol elimi gizli gizli! Biri tutmaya çalışıyor. Ortamda ikimizden başka kimse yok, o Tansu Hanım!...

Nasreddin Hoca da olsam erkeğim yani az da olsa feylim bozuk… Bana sarkıyor. Allah Allah bu ne iş? Kadının eski Amerikan artistlerine benzeyen süper yakışıklı bir kocası var, Özer Çiller. O dönem İstanbul Bankası’nın içini boşalttığını falan söylediler ama bana ne? O ara ben bankada değildim. Görmediğim şeye inanmam yani!...

Önümüzde yüzlerce insan var, üç beş saniye içinde olanlar benim bile yüzümü kızarttı. Kendimi düzgün bir adam sanırdım o üç beş saniye içinde yoldan çıktım!

Ama ne yapayım ki gerçek çok başkaymış. Tuttuğu elimi yukarıya kaldırdı halkı tekrar selamladı. Meğer bu sembol bir davranışmış. Bugün 4 parmak sağa sola sallanıyor ya işte onun gibi bir şeymiş..

Bu defa da feylimin bozukluğundan utandım yine de yüzüne derin derin bakıp; “Dünyanın en güzel Başbakanına Akşehir’den selam ve sevgiler getirdim” dedim.

Neden il olmalıyız sorusuna cevaplar verdim. Bu arada Ereğli’den gelenler sahnenin önüne ipek halılar, çok değerli kilimler fırlattılar. Biz elimiz boş öylesine çıkıp gelmiştik. Aniden kulağına eğildim; “Halı ve kilimlerimizi güle güle kullanın” dedim.

Çok memnun oldu. O hediyeleri fırlatanların kim oldukları belli olmadığı için bizim getirdiğimizi zannetti!

Evet, bu çok etik değildi ama o da daha sonra Akşehir’i il yapmayıp yalan söylediği için layığını buldu, çok kısa zaman sonra o kutunun üzerinden! Yuvarlanıp gitti…

Başbakanlık bitti. Biz de havamızı aldık Ereğli de..

Evet dostlar:

Geçmiş zaman içinde 9 ayrı Başbakan, Cumhurbaşkanı, Bakanla görüştüm. Kiminde sakallı kiminde sakalsızdım, sayısız anılar yaşadım. Bu öykülerin sonuncusu işte bu 1994 yılında oldu.

Aradan 27 yıl geçti, o gün 15 yaşında olan bugün 41’e geldi. Birlikte bugünü yaşadığımız çok kişi bilmez bunları. Kendi penceremden yazarak tarihe küçük bir iz bırakmak istedim. Zaman zaman öbür anıları yazacağım.

Şimdi yeniden o güne dönelim. Yaşandığı an itibariyle gerçekten çok güzeldi. Ama görev aldığım 1971-1994 arasındaki sürede kiminle görüştüysem elimize “Lolitap” şekeri verip gönderdiler. Aradan yıllar geçti geriye sapı bile kalmadı..

Ha! Gelelim zurnanın son deliğine; o gün eve nasıl döndüm? Sorusunun cevabına;

Eşim kapıda o güne kadar hiç görmediğim güler! Yüzüyle;

“Allah senin cezanı versin… Utanmaz terbiyesiz” gibi güzel sözler söylüyordu.

Sonrasını unuttum valla!