Antalya’nın iyi bir muhitinde güzel bir et lokantası işleten bir arkadaşım vardı. Turistik potansiyeli de yüksek olan, mutfağı oldukça iyi bir lokanta.

Dinamik, konuşkan bir şef garsona sahip ve masaları genellikle dolu olan lokantaya son uğradığımda, şef garsonun değişmiş olduğunu gördüm. Arkadaşım onun yerine, biraz daha genç ama çalışkan olduğu gözden kaçmayan yeni bir şef garson almıştı.

“Gayet iyi anlaşıyordunuz. Neden ayrıldı?” diye sordum. “O ayrılmadı, ben gönderdim” dedi. “Hayırdır?” dedim, anlattı:

“Biliyorsun, uzun zamandır yanımdaydı. Onun gelmesiyle müşteri sayım artmış, dükkan hareketlilik kazanmıştı. Ama bir içeri bir dışarı yapıyordu.”

“O ne demek?” dedim. Devam etti anlatmaya:

“İkinci bir adisyon koçanı kullanıyor, müşteriye verdiği hesaptan daha düşük bir tutar yazdığı resmi adisyonu kasaya veriyor, aradaki farkı cebine atıyordu. Yakın arkadaşları yemeğe geldiğinde de neredeyse hiç hesap almıyordu. Farkındaydım ama çalışıyor, kazandırıyor diye göz yumuyordum. Daha iyisini bulamam diye düşünüyordum.”

“O halde gayet mutlu mesutmuşsunuz. Ne oldu da gönderdin?” diye sordum. “Oturup bir hesap yaptım” dedi. “Dükkanın kapısından 10 müşteri fazla soksa, 5’i onun 5’i benim. Ama gözü cebimde olmayan ve iyi niyetle çalışan bu yeni şef garson 10 yerine 4 müşteri getirdiğinde; 2’sini kendisine yazmadığı için 6 müşteri getirmiş gibi oluyor. Biliyorsun; 6, 5’ten büyüktür.”

“Yani gidişattan memnunsun. Pekiyi, gelecekten umutlu musun?” dedim. “Elbette” dedi. “Arada sırada hata yaptığı oluyor çünkü henüz tecrübesi az ama tecrübe, kazanılabilecek bir şey. Eli cebimde olmadıktan sonra, neden gelecekten umutlu olmayayım ki?”

Arkadaşım haklıydı.