İnsanlar hangi meslekte olursa olsunlar, sanata değer vermeleri güzel, aranılan niteliktir.

Mesleğinde kendini kanıtlamış, yaptığı yemeklerle öğrencilerin, eğitimcilerin gönlünü kazanmış bir usta, aşçıbaşı Celal Ölmez. Çalıştığı her kurumda yaptıklarıyla, buluşlarıyla, yemeğe kattığı lezzetlerle aranılan bir aşçı olmuştur. Yüzlerce insana mantı açmak, sarma sarmak gibi daha pek çok uğraş isteyen yemeğin altından kalkmayı bilmiştir. Güler yüzü, insana verdiği değer, öğrencileri çok sevmesi nedeniyle mutfakta harikalar yaratmış, yaratmaya da devam etmektedir.  Ege Koleji mutfağında büyük bir aşkla çok sevdiği mesleğini sürdürmektedir.

Mesleğini seven bu aşçıbaşının en büyük özelliklerinden biri de şiire olan tutkusudur. Mutfağında çalışanlara şiir okuyarak çalışanlarını motive etmektedir. Yüzlerce şiir bilen Celal Ölmez; şiir nerede olursa olsun, yaşamın tuzu biberidir, diyor. Esprili yanıyla da yüzlerce fıkra bilen, gülmeyi güldürmeyi çok seven Aşçıbaşı Celal Usta, sanata olan ilgisi nedeniyle kolay kolay yorulmuyor. Çoğu kişinin yapmaya cesaret edemediği işleri kolaylıkla yapıyor. Yaptığı yemeklerin şiir gibi olmasını şiir sevgisine, yemeklerin tabaklarda gülümsemesini, yemeklerinin yiyenlerin gülümsemesini, yaşama gülerek bakmasına bağlıyor. Kolay gelsin Celal Usta…

Toplumda şiiri, öyküyü sevdirebildiğimiz sürece bir yerlere gelebiliriz. Günümüz çocukları, gençleri şiirden, sanattan, edebiyattan öyle koptular ki boş birer kalıba döndüler. Şiirsiz gençlik dönemi mi olur, aklıma almıyor. Sevdiğinin kulağına şiir fısıldamayan kuşaklar art arda gelecek. Şiire öyle uzak, şiirle yakından uzaktan ilgisi olmayan kişilerin ne kendilerine, ne de başkasına yararı olacağını sanmıyorum.

Şiirin ustaları boşuna söylememişler: Ünlü Fransız şairi Baudelaire (Bodler); ışıksız, susuz, ekmeksiz yaşayabilirim ama şiirsiz asla, derken şiirin önemini anlayanlara vurgulamış. Ünlü şairimiz Fazıl Hüsnü Dağlarca; elimde bir güç olsa sabahları insanlar kalktıklarında onlara şiir dinletirim, derken yine şiirin önemine vurgu yapmaktadır.

İşte bu şairler bana yol göstermişti meslek yaşantımda. Öğrencilerimi şiirsiz, öyküsüz bırakmadım. Mesleğimin ilk yıllarında da aynıydı, meslekten emekli olduğumda da durum değişmedi. Sınıfa girince ilk işim bir şiir okumak olurdu. Haftada bir de öykü okurdum. Öyle olumlu etkileri oldu ki psikologların, eğitim uzmanların yapmadığını yaptı bunlar. Çocuklarım şiire öyle alıştılar ki okumadığımda bana niçin bugün şiir okumadınız diye sordular. En sorunlu öğrencilerim bile şiirin, öykünün, sanatın yapıcı etkisi altında tüm sorunlarında arındılar. Mendilimde Kan Sesleri şiirini varoşlardaki okulumda ezberlemeyen öğrencim kalmamıştı. Şiir ki üç sayfalık uzun bir şiirdi. Milli Eğitim Müdürü Erdal Türker sınıfıma girip dinlediğinde çok şaşırmıştı. Daha önce suça eğilimli çocuklar artık çok usluydular. Şiirlerde kendilerini buldular. Öykülerle özdeşleştiler.

Daha önceleri mahallenin duvarlarına yazdıkları arabesk şarkıların dizelerinin yerini, şiirlerin dizeleri almıştı. Ben Sana Mecburum Bilemezsin, dizesini yazdıkları gibi altına şairini de yazmayı ihmal etmiyorlardı. Yazarları öykü kitaplarından tanıyorlardı. Tiyatro oyununda var mısınız deyince tüm öğrencilerim parmak kaldırıyordu. Sahnelediğimiz oyunlarda harikalar yaratıyordu canlarım.

Sanatın, şiirin, öykünün, tiyatronun iyileştirici yanlarıydı onları adam eden. Efendilik savaşında galip gelmişlerdi. Onlardan bir şey olmaz diyenlere de şimdi sınıflarda öğrencilerine ders vererek, şiirler okuyarak, tiyatro oyunları sahneleyerek en güzel karşılığı veriyorlardı.