Whatsapp hesabıma gönderilen resme uzun uzun baktıktan sonra, tüm sosyal medya sayfalarımdan paylaştım. Resmin altına, o günleri yaşayanlar tarafından onlarca yorum yapıldı. 

Resim yaklaşık 45 yıl öncesinde, Akşehir’de çöp arabası olarak kullanılan “küllük” arabasıydı ve beni çocukluğuma kadar götürdü. 

Otuzlu yaşların altında olanların hissetmediği, hatta tahmin dahi edemedikleri samimiyet, huzur, muhabbet, saygı, hoşgörü ve güven, kısaca bugün eksikliğini hissettiğimiz tüm güzellikleri, o günlerde bizler, iliklerimize kadar yaşamıştık.

Bugün çocuklarımıza anlatmakta güçlük çektiğimiz yaşam şartlarımızda, haliyle yaşam kalitemizi artıran teknolojiler yoktu.

Mahallemizde hanımefendi, beyefendi diye tabirler de yoktu. Bunların hepsi de teyze, yenge, abla ya da amca, dayı, ağabeyimiz olurlar ve bizi kendi evlatlarından hiç ayırt etmezlerdi. Kimin sofrası açıksa oraya oturur, kimde uykumuz gelmişse orada uyur, kim ne derse hemen koşarak isteklerini yerine getirirdik.

O tarihlerde kar ortalama bir metre yağar, babalar sabahtan yol açar ve ardından toprak olan damlarını kürürlerdi.

Okula giden çocuklar, şimdiki gibi elinden tutulup kapıda bekleyen servise bindirilmezdi. Binlerce metre mesafedeki okullarına, komşu çocuklarıyla birlikte yürüyerek giderlerdi.

Okulda sınıfların tabanları tahta olur ve ortada kocaman kömürlü soba kurulu olurdu. Kıyafetinin yetersizliğinden dolayı fazla ıslanmış çocukları; anne kadar, baba kadar değerli olan öğretmenleri, kıyafetlerini kurutup yeniden giydirirlerdi. Çünkü onlara teslim edilen her öğrencinin, eti de kemiği de onlara emanetti. Öğretmen boşuna kulak çekmez, tokat vurmaz eğer vurmuşsa, onun vurduğu yerde ahlak, başarı ve sevgi fişerirdi.

Küllük arabaları; kağnı tekerleği gibi büyük iki tekerlekli ve kasası ahşaptan olup, bir buçuğa bir buçuk metre ebadında, derinliği bir metre kadar olurdu. Kasanın üzerindeki kapak menteşeli yukarıya kaldırılarak açılır ya da genellikle kızaklı olup, çöp atıldıktan sonra çekilirdi.

Arabacının kıyafeti, kahve tonunda kalın keçeli eski askeri kıyafetler gibiydi ve tabi ki şapka kanunu tam uygulandığı için de, başında şapkası olmadan çöp toplayamazdı.

Bu işi yapan görevliye “küllükçü” denir, arabası dolana kadar atın yularından tutarak sokaklarda ilerler ve dolduktan sonra kapaklarını kapatıp kasanın üzerine oturarak, atını kamçılamadan yavaş yavaş giderdi.

Çöpün döküldüğü alan olan, o gün için kenar semt gözüken, fakat şu an Perşembe Pazarının olduğu bölgeye yani şimdiki komisyoncuların bulunduğu yere gelerek, kasanın arka kapağını açıp devirerek dökerlerdi.

Bu arabalar şimdiki gibi poşet poşet çöpler yerine genellikle soba külleriyle dolardı. Çünkü bugünkü gibi çöpe, gıda artıkları ve kesinlikle ekmek atılmazdı. Ekmek nimetti ve onun bayatı da tazesi de yenirdi, çok kurumuşsa annelerimiz papara yemeği yapar ve zevkle tüketilirdi.

Market olmayınca ambalajlı ürünler de yoktu, doğal üretilmiş gıdalar genellikle evlerde imal edilirdi. Bakkallarda kese kağıdı kullanılır, ürünler bolca alınamazdı. Ocakta pişen yemeği beğenmezlik yapmak şöyle dursun, geç kalırsanız aç kalırdınız ve eve giren her şey, yere düşmeden tüketilirdi.