Ebülhayr Rumi tarafından 1480 yıllarında derlenen ve kitap haline getirilen Saltukname’de Nasreddin Hoca ile ilgili olarak iki yerde bilgi verilmiştir.  İlk olarak Saltuk’un Nasreddin Hoca ile karşılaşması, Hoca’nın onu evine götürmesi ve oradaki konuşmaları anlatılmaktadır. İşte sayfa 140-141’de anlatılanlar:

 Günümüz Türkçesi ile:

“Oradan Konya şehrine geldi. Uğramayıp bir azimle Akşehir’e gitti. Şehre gelip yaklaştığında kendini bir bağ kenarında buldu. Biraz dinlendi. Ansızın bir kişi çıkageldi. Saltuk’a selam verdi. Saltuk selamın aldı. Biraz daha ilerleyip Saltuk’un önüne bir taze üzüm salkımı koydu ve dedi ki:

            “-Ayaklarımıza biraz zahmet verip benim eve buyurun gidelim.”  Saltuk sordu ki:

            “-Siz kimsiniz, biz önce onu bilelim.” dedi. Daha sonra o kişi dedi ki:

“-Sultanım, konuştuğunuz her zaman duacı olan Hoca Nasreddin’dir. Eğer duymuşluğunuz vardır. O anda Saltuk tebessüm eyledi. Zira bu Nasreddin’in halk içerisinde latifeleri söylenirdi.  Yazılmış kitabı da bilinmektedir. Bütün bunlar hatırına geldi, güldü. Orada durup yaşlı Molla Nasreddin’le görüştü ve dedi ki:

“Mevlana, sizleri görmek için büyük bir arzum vardı. Hamdolsun sizinle görüşmemiz nasip oldu.” Biraz daha orada durdular. Sonra konuşa konuşa şehre geldiler. Saltuk’u Molla Nasreddin kendi evine getirdi, oturttu. Saltuk kapıdan içeri girdi, etrafa bakıp dedi ki:

“Molla, evciğiniz mülkün müdür?” Nasreddin dedi ki:

“Efendi, şimdilik dünyada bu üç nesne benim mülkümdür, kalanları benim değildir. Zira bunlar gece gündüz benden ayrı olmazlar.” Saltuk dedi ki:

“Mevlana, onlar nedir? Lütfedin bize bildirin” dedi. Hoca Nasreddin dedi ki:

“Onlar benim cinsel organlarımdır, her daim benimledirler.” Saltuk bu sözü duyunca elinde olmadan tebessüm eyledi, güldü. Daha sonra Nasreddin Hoca dışarı gitti. Saltuk kendi kendine söylendi:

“-Bu kişi için Ermiştir derler, dolayısıyla sözünün her birinin bir manası ve karşılığı vardır. Zira Ahmed-i Arap küfürler söylerdi, sonuç olarak onun bir manası vardı. Yine Şûcâ-i Acem pişmanlıklar duyacağı şeyler yapardı. Sonra velinin dediğini halk anladı. Şimdi bu kişi de yine bir velidir. Boş ve bilgisiz değildir. Bunun sözünde bir sır vardır. Daha doğrusu bu sözlerin bir hakikati vardır. Zira Sultan Kevneyn ve Resülu-l sakaleyn bir hadisinde buyurur ki:

“-El mecazi nazaratü’l-hakiki” (Mecaz gerçeğin görünüşüdür.)”

Şimdi kişi dünyadan ahrete gittiğinde onunla hangi nesne giderse o onun mülküdür bilgisine bizi ulaştırır. Ahrete gidince kişinin kendisinden ayrılmayan ne ola ki?” dedi.  Düşündü ve dedi ki:

“-Bunlardan biri ilimdir diğeri ameldir. Dünyadan ahrete giden kişinden bunlar ayrılmaz beraber giderler fakat acaba üçüncüsü nedir?” diye düşündü ancak bir türlü aklına getiremedi. Şaşırmış bir şekilde kaldı. Biraz sonra Nasreddin Hoca kapıdan içeri girdi, selam verdi ve dedi ki:

“Efendi, o bir mecazın ne olduğu üzerine düşünürsün değil mi? Ben söyleyeyim o İhlas-ı Kalptir.” dedi. Bundan dolayı derler ki, gönülden gönüle yol vardır. Evliyalar içinde böyledir ki birinin gönlünden geçeni öteki bilir. Saltuk bunu çok duymuştu. Güzel bulup takdir etti.

“Güzel buyurdunuz” dedi. Artık bildi ki bu Molla Nasreddin görünürde söylediği hep mecazdır. Veliler hakikati söylermiş, mecazi dış görünüşü eylermiş. Bu bir işaretmiş. Bu Nasreddin tekin bir kişi değilmiş. Nitekim Basri ve Ahmet alayla örtülmüş gibi latifeler söyler, sembol ederlermiş.” dedi. Saltuk, epey zaman Nasreddin’le beraber durdu. Daha sonra  “Ahir veda” edip doğru deniz kenarına gitti.”