Tarih araştırmacısı ve gazetemizin köşe yazarlarından Dursun Solmaz ile beraber, Ankara’nın başarılı iş insanı hemşehrimiz Feyzi Dener’in organizasyonu ve davetiyle bir araya gelme fırsatı bulduğumuz Erol Demiröz ile olan söyleşimizin bazı detaylarını ve özellikle Akşehir tarihi üzerine verdiği bilgileri, sevgili Dursun kardeşimin köşe yazısında okuyacaksınız. Ben de ustanın sanatçı yönü, tiyatro aşkı ve anılarını okuyucularımızla paylaşacağım.

1940 doğumlu Erol ağabeyin doğduğu yer olan Diyarbakır’a dair en çok değer verdiği iki anısı; subay ve aynı zamanda amatör tiyatrocu olan babasının annesine olan aşkı ve tiyatronun tozunu ilk kez, henüz 5 yaşındayken, babasının Ergani’de sahnelediği bir oyun sırasında kuliste yuttuğu.

Tiyatroya olan düşkünlüğü, 1961 yılında Ankara’da Halkevleri Genel Merkezi’nde düzenlenen tiyatro kursuna katılması ve Konservatuvar hocalarından aldığı feyz ile serpiliyor, ilk kez Adana’da sahneye çıktığı “Mum Söndü” oyunuyla olgunlaşıyor. Erol Demiröz, Ankara Sanat Tiyatrosu’nda geçirdiği yılların sonunda, son oyunu olan “Donkişot” ile yine Adana’da sahnelere veda ettiğinde; 32 yıllık bir sanat hayatına sığdırdığı 320 oyunun yanı sıra Bereketli Topraklar Üzerinde, Sürü, Güneşi Gördüm, Beyaz Melek, senaryosu Turgut Özakman’a ait olan Kurtuluş gibi 48 sinema filmi ve belgesel, 1977 yılında aldığı “Ulvi Uraz En İyi Yönetmen Ödülü” ile artık sanatseverlerin baş tacı ettiği ustalar arasındadır.

“Fikret Hakan’ın tiyatrocu olduğunu çoğu insan bilmez” diyor Erol Usta. Yılmaz Güney ile tanışmasını, Zeki Ökten’i, Erden Kıral’ı, Tarık Akan’ın nasıl güzel bir insan olduğunu anlatıyor. Söz ustalardan açılmışken, “Zülfü ağabey benim nikah şahidimdi” diye gururlanmadan edemiyorum. O da cezaevinde beraber yatarken Zülfü Livaneli’ye “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” türküsünü nasıl çalıp söylettiğini aktarıyor.

Müjdat Gezen’in Sanat Merkezi’nden ve sinema emektarlarının ücretsiz bakıldığı Huzurevinden övgüyle söz ediyor. Kemal Sunal’a dair, ders çıkarılacak bir anısını anlatırken de gözleri doluyor:

“Tutumluluğu nedeniyle adı cimriye çıkmış olan Kemal Sunal’ın, her ay yoksullara düzenli olarak para yardımında bulunduğunu, bu nedenle parasını harcarken çok dikkat ettiğini biliyorduk. Bir gün yerde gördüğü 1 lirayı eğilip alarak cebine koyduğunu gören arkadaşı, kızgınlıkla “Bu kadar da olmaz. Cimriliğin de bir sınırı var” deyince Kemal Sunal’ın yanıtı şöyle olmuş:Bu madeni paranın bir yüzünde Atatürk var. Ben, yoldan geçerken parayı fark etmeyen insanlar tarafından üzerine basılıp geçilmesine müsaade edemem.”

“Baba yurdunu çok ihmal ettiğimi düşünüyorum” diyor Erol Demiröz. Söz Akşehir’den açılınca da Nasreddin Hoca’ya dair görüşlerini paylaşıyor. “Nasreddin Hoca’yı iyi anlayan iyi okuyan bir kişi, her hikayesinden her öyküsünden kıssadan hisse çıkarır, ama hisseyi kapan insan da adam olmaya başlar. Nasreddin Hoca’nın büyüklüğünü, Akşehir değil, Türkiye değil, dünyanın bilmesi öğrenmesi lazım. Nur içinde yatsın” sözleriyle Hoca’ya duyduğu hayranlığı ifade ediyor.

Son olarak; “Tiyatrocu olmaktan, yaşadığınız hayattan bir an olsun pişmanlık duyduğunuz oldu mu?” diye soruyorum. “Tiyatro yaptım, sinema yaptım, sanatçı olarak ülkeme hizmet ettim. Eğitimin kırıntısını gördüğümde onu geliştirmek için çaba sarf ettim. Gördüğüm yanlışları dile getirmekten hiçbir zaman geri durmadım. En ufak bir pişmanlığım olmadı” diye yanıtlıyor soruyu.

Bir 80 yılı daha olsa yine tiyatro, yine sanat yaparak katkı vermeye devam edeceğine inandığımız usta sanatçımıza teşekkür ediyor, sağlıklar diliyoruz.