Öyküleriyle Türküler

Size bu yazıda bir insanı bir kitabı tanıtacağım. Öyle umuyorum ki bu yazı sonrası; türkülerimizin, bu kültür hazinelerimizin peşine düşen benim gibi iflah olmaz meraklıları kadar yazıyı okuduktan sonra konuyu merak eden, türkülerin hikâyelerinin izini sürenler çıkacaktır aranızdan.

Yazıyı çok uzun tutarak okumanızı zorlaştırmamak adına yazıyı iki bölüm halinde sunmayı uygun buldum. Yani demem o ki okumakta olduğunuz yazının başlığında da görüldüğü üzere yazının devamı var.

Müzik severler, türkü severler kadar hepimizin malumu olduğu gibi türkülerimiz insanımızın bağrından, yaşadıklarından imbik imbik süzülerek gelen birer kültür mirasımızdır. Bu bağlamda bende uzunca bir araştırma yaparak konuyu kitaplaştırmayı düşünürken karşıma bu yılın Temmuz ayında Yaşar Özürküt beyefendinin “Öyküleriyle Türküler” isimli kitabının tanıtımı çıktı. Dururmuyum hemen kendisine ulaşıp tebriklerimi ve tanışmak istediğimi ilettim. Onun üzerine kendisi beni 6 Ağustos tarihinde Büyükada’da ki kitabının imzasına davet etti. Ancak o tarihte İstanbul dışında olduğumu ancak dönüşte kitabı imzalatmak ve uzun uzun sohbet etmek için adaya geleceğimi iletmekle yetindim. Anlayacağınız bu yazıda, ülkemizin kültür hayatında hepimize mal olmuş 34 ayrı türkümüzün hikâyesini barındıran Yaşar beyin kitabını ve kendisini tanıtmak, türküler üzerine sizlerle sohbet etmek istiyorum.

Kitapla ilgili çeşitli mecralarda yazılı, görüntülü bazı söyleşi ve tanıtımlar çıktı. Ancak türkülere ve türkülerin tarihine, öykülerine sahip çıkan Akşehirimizin de bu konuda bu yazı aracılığıyla bilgilenmiş olacağını umuyorum. Kitap İletişim yayınlarından bu yılın Temmuz ayında çıktı. Gördüğü ilgi üzerine baskısı tükenerek bu ay ikinci baskıyı yaptı.

Kitabın arka kapağından ve Yaşar beyin önsözünden alıntılar yapmadan önce sizlere türküler için ülkemizde yazılmış en güzel şiirlerden birisini bu yazı aracılığıyla buradan paylaşmak isterim. “Türküler Dolusu” isimli bu şiirin yazarı, Bedri Rahmi Eyüboğlu; özellikle el baskısı yazmacılık, gravür, seramik, heykel, vitray, mozaik, hat, serigrafi, litografi gibi birçok formda eser üretmiş ve bu eserlerinde, geleneksel süsleme ve halk el sanatlarından seçtiği motifleri kullanmıştır. Şiirlerinde de yine halk kaynağından beslenerek; masallardan, söylencelerden, türkülerden yararlanarak, doğa tutkusunu, insan sevgisini, yaşama sevincini, toplumsal sorunları işlemiştir. İşte size türkülerimiz için yazdığı o muhteşem şiiri,

TÜRKÜLER DOLUSU

Kirazın derisinin altında kiraz
Narın içinde nar
Benim yüreğimde boylu boyunca
Memleketim var
Canıma ciğerime dek işlemiş
Canıma ciğerime
Sapına kadar.
Elma dalından uzağa düşmez
Ne yana gitsem nafile.
Memleketin hali gözümden gitmez
Binbir yerimden bağlanmışım
Bundan ötesine aklım ermez.

Yerliyim yerli olmasına
İlmik ilmik, damar damar
Yerliyim.
Bir dilim Trabzon peyniri
Bir avuç tiftik
Bir çimdik çavdar
Bir tutam Şile bezi gibi
Dişimden tırnağıma kadar
Ressamım.
Yurdumun taşından toprağından şurup gelir nakışlarım
Taşıma toprağıma toz konduranın

Alnını karışlarım
Şairim şair olmasına
Canım kurban şiirin gerçeğine hasına
İçerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum
Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter
Eğri büğrü, kör topal kabulüm
Şairim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım
Şairim
Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim
Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm

Hey hey, yine de hey hey
Salınsın türküler bir uçtan bir uca
Evelallah hepsinde varım
Onlar kadar sahici
Onlar kadar gerçek
İnsancasına, erkekçesine
'Bana bir bardak su' dercesine
Bir türkü söylemeden gidersem yanarım.

Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana sütü gibi candan
Ana sütü gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler,
Köy türküleri
Dilimizin tuzu biberi
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i

Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni...
Ben türkülerden aldım haberi.

Ah bu türküler, köy türküleri
Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak
Hilesiz hurdasız, çırılçıplak
Dişisi dişi, erkeği erkek
Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara
Bıçağı bıçak.
Ah bu türküler köy türküleri
Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi
Kiminin reyhasından geçilmez
Kimi zehir, kimi zemberek gibi.

Ah bu türküler, köy türküleri
Olgun bir karpuz gibi yarırılır içim
Kan damlar ucundan, mürekkep değil
İşte söz, işte ses, işte biçim:
'Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar'
İliklerine kadar işlemiş sızı
Artık iflah olmaz kavak ağacı
Bu türkünün yüreğinde sancı var.

Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
İçlerinde yürek var
Cennet misali sevişen
Cehennemler gibi dövüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen
Nasıl unutur nasıl
Ömründe bir kez olsun
Halk türküsü dinleyen...

Öyküleriyle Türküler kitabının arka kapağından küçük bir alıntı yapacak olursam da,

“... Özürküt, yıllarını verdiği araştırmalarının neticesinde birçok farklı kaynaktan, halkın yaşayan hafızasından ve hatta bizzat türkülerin kahramanlarıyla görüşerek damıttığı bilgilerle okuru türkülerin kökenine, o ilk yakıldıkları anlara götürüyor. Üstelik kitapta yer alan karekodlarla bir yandan da ezgileri dinleme deneyimiyle…

Türkülerin ruhuna dair her bakımdan zengin, hem meraklılar hem de araştırmacılar için vazgeçilmez bir kaynak…”

Sonuç: Yaşar beyin kitabının önsözünden önemli gördüğüm kısmını, öykülerini paylaştığı türkü isimlerini ve beni en çok etkileyen türkü öyküsünü yazının ikinci kısmında bulacaksınız.

ÖYKÜLERİYLE TÜRKÜLER 2

İlk yazının devamı olarak kitabın dört sayfalık önsözünden önemli gördüğüm bir kısmını da paylaşacak olursam,

“Folklorumuzun en özgün, en yaygın, en kalıcı ürünlerinden olan türkülerimiz, insanlarımızın öykülerini içerir. O öyküler ki, halkımızın günlük yaşamından oluşur; derdiyle dert, sevinciyle sevinç olur. Dillenir, dillendirilir… İnsanı gümbür gümbür coşturan koçaklamalarda bu topraklarda yaşamış yiğitlerin öyküsü vardır. Savaşlar, ölümler en güzel ağıtlarda dillenir; ayrılanların avuntusu türkülerdir, ölenin ardından yakılan ağıtların ezgisi öyküsünü, öyküsü ezgisini çağırır. Güzellemeler buram buram aşk kokar, sevgi kolar…

Türküler, yaratkan halkımızın sevinçlerini, özlemlerini, mutluluklarını, mutsuzluklarını, kavuşmalarını, ayrılıklarını kısaca bütün duygularını dillendirir. Türü ister “ağıt” ister “koçaklama”, ister “güzelleme” olsun her türkünün bir öyküsü vardır. Türküler öyküleriyle daha güzeldir. Öyküleriyle daha anlamlıdır, renklidir.

Ancak türkü rastgele söylenmez. Her eline sazı alan türkü yakamaz.Türküyü türkü yapan “olay” dır. Olayların içeriği türkünün ezgisini çağırır; ezgisi olayın öykülenmesini kolaylaştıracak biçimde yapılmıştır, bu da zorlamayla olmaz. Halk içinden geldiği gibi çalıp çığırır, en güzel şekilde yansıtır olayı. Bu nedenle türküler, şarkılar gibi beste olmaz; türkünün sözü ve müziği yaşanan olaya bağlı olarak bir arada “yakılır”.

İlkin yakanların dilindedir türkü. Sonra dilden dile telden tele dolaşır durur. Üstelik neredeyse hiçbir zaman ilk söylendiği gibi de kalmaz türküler; köyden köye, kentten kente dolaşırken değişime uğrarlar, yeni sözler kazanırlar ya da bazı sözleri değişir. Çünkü söyleyende dinleyende kendinden bir şeyler bulur türkülerde. Onlarla kıvanır, onlarla üzülür.

Türkülerin dili, onları yaratanların dilidir. Arı, duru, anlaşılır. Konuşulan dildir türkülerin dili. Çünkü türkülerde dillenen günlük yaşamdır.”

şeklinde kendinden de bahsederek devam ediyor Yaşar bey kitabın önsözüne.

Kitabın içerdiği hepimizin diline pelesenk olan 34 ayrı türkü hangileridir diye soracak olursanız da

Kitapta öykülerine yer verilen bu türkülerin isimleri şu şekilde,

● Alageyik (Bende Gittim Bir Geyiğin Avına)

● Arda Boyları

● Bugün Benim Efkârım Var Zarım Var (Değme Felek)

● Ceviz Oynamaya Gelmiş Odama

● Çalın Davullar

● Çarşambayı Sel Aldı

● Çökertme

● Derbent Deresini Duman Bürüdü

● Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz

● Et Pişirdim Yağlı Yağlı (Atımızın Çulu Yoktur)

● Ezo Gelin

● Ferayi

● Fırat Kenarında Yüzen Kayıklar

● Genç Osman

● Gesi Bağlarında Dolanıyorum

● Halil İbrahim

● Hekimoğlu

● Hem Okudum Hemi de Yazdım

● İnce Memet

● Kara Camışları Vurdum Bayıra

● Karadır Kaşların

● Karakoyun

● Kerimoğlu Zeybeği

● Kırmızı Gül Demet Demet

● Ne Haldayım Ala Gözün Süzenler

● “Ormancı Türküsü” nün Gerçek Öyküsü

● Sarı Yıldız Mavi Yıldız (Yıldız Akşamdan Doğarsın)

● Sepetçioğlu

● Şen Olasın Ürgüp (Cemal’im Cemal’im)

● Yarim İstanbul’u Mesken mi Tuttun

● Yaz Gelende Çıkam Yayla Başına

● Yazımı Kışa Çevirdin-Leyla…

● Yüksek Yüksek Tepelere

● Zahidem

Bu türkülerden hemen hepsinin öyküsü sıra dışı. Ancak beni bunların içinde en çok etkilediğini düşündüğüm özellikle birisi var. Karadır Kaşların türküsü.

Karadır Kaşların türküsünün öyküsüne kısacık değinecek olursam,

Yaşar beyin kitapta yer verdiği 34 ayrı türkü içinde öyküsüne en uzun yer verdiği türkü bu türkü. Belki diğerlerinden farklı olarak buna sebep, türküyü yakan ve türkü konusu olayı bire bir yaşayan kişi olan Mustafa Tuna ile 14 Aralık 2002 tarihinde Seyitgazideki evinde söyleşi yaparak, öyküyü kendi ağzından dinleyerek kitaba aktarmış olmasındandır.

Olay 1944 yılında Seyitgazi de geçiyor. Olayın özünde Mustafa Tuna ile sevdiği kızın kavuşamama hikayesi var. Ne var bunda bir türkü yakılması için çok klasik bir öykü bu diyenleriniz olabilir. Ancak burada Mustafa Tuna’nın kavuşamama hikâyesi içinde yaşadıkları, hakikaten bir roman bir film yapılası boyutta geldi bana.

Yaşar beyle Mustafa Tuna arasında 2002 de geçen sohbetten bir kesit vermem gerekirse,

Yaşar bey soruyor, “Siz bu arada olayı türküye mi döktünüz?”

Mustafa Tuna’nın verdigi cevap, “Ben Seyitgazi’deki ilk yirmi yedi günlük hapisliğimde sazla türküyü söylemeye başlamıştım. Hapishaneden dışarıya taştı türkü… Bütün Eskişehir’in dilinde… Öyle meşhur oldu ki, Eskişehir yıkılıyor.” diyor ve sohbet bu minvalde devam ediyor.

Mustafa Tuna tüm bu yaşadıkları karşısında Seyitgazi’den 1948 de çıkıyor ve 1975 e kadar yurtiçinde ve yurtdışında Almanya gibi farklı şehir ve ülkelerde çalışıyor, aile kuruyor.

Sohbetin bir başka yerinde Yaşar bey şöyle bir soru yöneltiyor Mustafa Tuna’ya, “ Peki bu türkü burada, Seyitgazi’de doğmuş, Zonguldak’a nasıl mal edilmiş?”

O sırada ileri yaşta ve hasta olan Mustafa Tuna yerine sohbete aracılık eden ve geçmişte olayların tamamına şahit olan dönemin DSP Eskişehir Milletvekili Necati Albay bu soru karşısında devreye girerek konuyu aydınlatıyor. “1975 de Seyitgazi’ye döndüğünde, aileler mağdur olmasın diye Zonguldak’da çalışırken Zonguldak türküsü olarak türküyü kaydettirdiğini söylemiştin bana” diyor.

Söyleşinin son kısmında Yaşar bey Mustafa Tuna’ya, eğer izin verirse anlattıkları doğrultusunda türkünün kimliğinin değişmesi ve asıl kaynağına kaydedilmesi için MESAM ve TRT ye gerekli girişimlerde bulunacağını söylüyor.

KARADIR KAŞLARIN

Karadır kaşların ferman yazdırır/Bu aşk beni diyar diyar gezdirir/Lokman hekim gelse yaram azdırır/Yaramı sarmaya yar kendi gelsin.

Ormanlardan aşağı aşar geçerim/Nazlı yari kaybettim ağlar gezerim/Ormanların gümbürtüsü başıma vurur/Nazlı yarin hayali karşımda durur.

Karadır kaşların benzer kömüre/Yardan ayrılması zarar ömüre/Ellerimden bağlasalar zincire/Kırarım zinciri kaçarım yare.

Sevgili Akşehirliler görüldüğü üzere, TRT kurumunda uzun yıllar prodüktör olarak hizmet veren Yaşar Özürküt beyin tıpkı türkülerimiz gibi yılların içinden imbik imbik süzülerek gelen çabası ile oluşturduğu “Öyküleriyle Türküler” kitabını tanıtmaya çalıştım sizlere.

Kitabı edinmeniz halinde sizlerde benim gibi her biri birbirinden kıymetli öyküler barındıran, dilimize pelesenk olmuş bu türkülerin öykülerini okudukça, türkülerin yakıldığı ortamları gözünüzde canlandıracak adeta yaşamış olacaksınız.

Sonuç: Yazının ilk kısmında paylaştığım türküler üzerine yazılmış muhteşem Bedri Rahmi şiirine dönecek ve küçük bir alıntı yapacak olursam da şu mısralarla bu yazıyı sonlandırmış olayım,

“Ah bu türküler/Türkülerimiz/Ana sütü gibi candan/Ana sütü gibi temiz

Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla/Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.

Ah bu türküler, köy türküleri.

Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak/Hilesiz hurdasız, çırılçıplak/Dişisi dişi, erkeği erkek/Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara/Bıçağı bıçak.

Ah bu türküler, köy türküleri.

Ne düzeni belli, ne yazanı/Altlarında imza yok ama/İçlerinde yürek var/Cennet misali sevişen/ Cehennemler gibi dövüşen/Bir çocuk gibi gülüp/Mağaralar gibi inleyen.

Nasıl unutur nasıl. Ömründe bir kez olsun. Halk türküsü dinleyen…”

{ "vars": { "account": "G-5Z2CE4T8R8" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }