Karadeniz yolculuklarında, yörenin doğasından olsa gerek sayfaları art arda çevirdiğim kitapları okurum. Hızlı hızlı, bir an önce sayfaların sonu gelsin isterim.

Yine yıllar önce Kızıla Boyalı Saçlar kitabını okurken Luis’in maceraları peşi sıra sayfalar arasında bir koşu tutturmuştum. Sayfalar akıp gidiyordu. Rize’ye gitmiştim. Aylardan temmuzdu. Bir yağmur bastırdı ki sormayın gitsin. Yağmurluğum bana mısın demedi. Islanmanın keyfini çıkartmaktan başka çarem yoktu. Aklım, roman kahramanı Luis’te kalmıştı. Otobüse bindim. Yerime oturdum, hemen kaldığım yerden kitaba devam. Luis’le birlikte oradan oraya koşturuyordum. Arabanın muavini bana bakıp güldü. Karadeniz insanı sözünü sakınmaz. Yanlış anlama ağabey, şeyine yani pantolonuna kadar ıslanmışsın, aldırmıyor, kitap okuyorsun. Bravo sana, dedi. Bu sözü duyanların çoğu güldü benimle birlikte.

Bu kez elimde Canan Tan’ın Hasret romanı var. Bursa TÜYAP’ta imzalayıp, yayınevimizin standına kadar getirmişti. Canan Tan; narin, nazik, içinin güzelliği dışına vuranlardan naif bir dostumdur. Özü sözü bir, sevgi dolu, vefalı, baştan ayağa insan kere insandır. Birkaç yayınevinde birlikte çalışma güzelliğini de yaşadık. Kimseyle yarışı olmayan, her yeni kitabında daha iyiyi, daha güzeli, en güzeli yakalayan, bunun mücadelesini veren üstatların başında gelir. Ülkemizde ünü arttıkça kendisinde fazlasıyla var olan insanlığı, yürek güzelliği de kat be kat artarak yazın yaşamını sürdürüyor… Bana Savaş kardeş der, benim de ablamdır her zaman.   

Karadeniz yolarında başladım Hasret’i okumaya. Yaşanmış, anı roman türünde bir yapıt. Ankara’nın Keskin kasabasında geçiyor. Mübadele döneminde yaşanan bir aşk, destanlaşmış biçimiyle sunuluyor. Yunan kızı Patricia ile Türk genci Tacettin’in kural ve sınır tanımayan dillere destan aşklarının heyecanıyla sayfalar arasında koşturmaya başlıyorsunuz. Aşkın en güzel meyvesi oğulları Ali’nin doğması, Tacettin’in ailesinin katı tutumları, Patricia’yı ve Ali’yi bağırlarına basmamaları okuyanı da kuşkusuz hüzne boğuyor. Kitabın kahramanlarıyla öyle özdeşleşiyorsunuz ki onlarla sevinip onlarla hüzünleniyorsunuz. Duygu seline kapıldığınız yerler azımsanmayacak kadar fazla. Romanın sonunda Tacettin ile Ali’nin buluşmaları iç burksa da, gözünüzü yaşartsa da her şey aşkla güzel dedirtiyor.  

Keskin’de büyük bir aşk yaşanırken ülkemiz yangın yeridir. İşgaller, işgale karşı cephelerin kurulması, tüm yoksulluk, yoksunluğa karşın Milli Mücadele’nin kazanılması ayrıntılarıyla veriliyor kitapta. Lozan Anlaşmasıyla mübadelenin gündeme gelmesi, Patricia ve ailesinin Yunanistan’a gitmeleri, çaresiz olarak başlayan ayrılık, bunun iki tarafa da verdiği büyük acı. Acaba ne olacak merakı peşinde sayfalar akıp gidiyor…

Hasret romanında aslında bir barış meşalesi yanıyor. Türk-Yunan uluslarının aslında nasıl kardeş, barıştan yana olduğu rahatlıkla anlaşılıyor. Komşuluk ilişkilerinde, arkadaşlıkta, birbirlerinin gelenek göreneklerine nasıl saygı gösterdikleri ayrıntılarıyla veriliyor. Türk-Yunan dostluğu, sevgisini işleyen birçok kitap var. Hasret romanını da Yunanca’ya çevirip, bizi düşman yapmaya çalışan emperyalizme; işte biz barışçı toplumlarız, diye haykırmalıyız. 

Kitap sadece bir aşk romanı, hasret romanı değil. Geçmişteki gelenek göreneklerimiz, aile yaşamımız, Anadolu insanının barışı benimsemesi, dost bildiğini sonuna kadar savunması ayrıntılı olarak veriliyor. Keskin’den Patricia’nın oğlu, annesi Omorfia’yı, Eleni’yi tren garına götüren arabacı Sefer’in onları nasıl sahiplendiği, yoksulluğuna karşın Ali’ye peynir şekeri alması, Anadolu insanının gönül zenginliği ne güzel anlatılmış. Nazım Hikmet’in “kesemde yoktu, gönlümden verdim” dizesini çağrıştıran bir armağandı bir kese kağıdı şeker. Yüz yıllar boyunca birlikte yaşamış iki halkın çoğu özelliği aynıydı, benzerdi. Romanın 79. sayfasının son cümlesi bunu çok güzel vurguluyor: “Adetler aynıydı, inanışlar ortak. Her türlü husumetin üstüne çıkacak kadar ortak…” Bölüm başları da okur okumaz insanı alıp gidiyor bir yerlere. 44. sayfanın bölüm başlığını okuyunca önce Aragon’un Elsa’nın Gözleri’ni, sonra Ahmet Muhip Dranas’ın Ülker’in Gözleri şiirlerini çağrıştırdı bana. O şiirlerin dizeleri geçti aklımdan “Patricia’nın Gözleri” başlığını görünce… 

Anadolu geleneklerinde babayla değil, anneyle konuşmak, bebeğin kulağına adını üç kez üflemek, erkeğin baba adının çocuğa verilmesi, daha pek çok halk inanışları kitabın sayfalarına sindirilmiş. Okuyunca Anadolu’da demek ki bunlar da varmış, demeden edemiyor insan. Kendi yaşantısından, geçmişinden izler buluyor çoğu sayfada.  

Hasret romanı acıyla, sevinçle, hüzünle rahatlıkla okunan bir kitap olmuş. Canan Tan’ın yüreğine, beynine sağlık. Bir iki sayfada romanı anlatmak gibi bir görev üstlenmedim. Sevgili Tan’ın okumaya katkısına değinmeden edemeyeceğim. Fuardan fuara, imza gününden söyleşilere koşturup duruyor. TÜYAP kitap fuarlarında okuyucuların saatler önceden gelip beklemeleri, bir imza almaları, birlikte bir iki kare fotoğraf çektirmeleri kendileri açısından çok önemli. Sıraya girip imza sırasını bekleyenler arasında yaşlısından gencine, kızından erkeğine her kesimden kişiyle karşılaşmak olası. Çoğu kişiyle de konuşuyorum sıra beklerken “okumayı Canan Tan sayesinde sevdik” demeleri betona kazınacak bir cümledir bence. “Piraye ile başlayan okuma yolculuğumuz sürüyor.” “İlk kez Canan Tan’ın kitaplarıyla okumaya başladım.” “Komşumdan alıp okumuştum, şimdi tutkunu oldum. Okumayı sevdim, anlayacağımız konuları yazıyor.” Bu görüşler Canan Tan tutkunlarının sözleri, hem de tek sözcük eklenmemiş biçimleri.

Kitaplar art arda gelebilir. Sayfalar dolusu yazılabilir. Aşkmış, gerçekmiş, birçok olay, düşünce, kurgu, kitabın konusu olabilir. Bana kalırsa daha önemlisi insanımıza kitabı, okumayı sevdirmektir. Bunu başaranları desteklemek, okumaya verdikleri katkı nedeniyle ödüllendirmek gerek. Heykelleri dikilecek bir işe soyunmuşlar. Okuma tembeli, televizyon dizilerinin tutkunları olmuş bir toplumu okumaya yönlendirmekten daha güzel ne olabilir ki… Sevgili Canan Tan’a saygı duymamak elde değil. Her kitabında okuyucusunu bir sevda peşinde koştururken, kendisi de ülkemize okuma aşkını aşılama peşinde koşturuyor, bunu kimse gözden kaçırmamalıdır.

Nice okunası kitaplara Canan Abla, kardeşin Savaş her yeni kitabın çıktığında en az senin kadar mutlu oluyor. Hasret romanı, okumayı sevenler için güzel bir kitap, onun da ötesinde toplumuzun bir aynası, toplumumuz bu aynada çok güzel yansıtılmış. (HASRET / Canan TAN / Doğan Yayıncılık- Mart 2013 / 350 sayfa)