Hayatımızdan bir yıl daha geçti. Yıl içerisinde bu dünyaya gözünü açan evlatlarımız da oldu; yıl içerisinde Rabbine yürüyen kardeşlerimiz de oldu. Şöyle ya da böyle, bir yıl daha geçti ve yenisi geldi.
Yıl içerisinde sevinçlerimiz oldu. Kimi emekli olduğunda aldığı ikramiyesine, kimi maaşına gelen zamma, kimi enflasyondan doğan farka, kimi de hafta sonu çıkan sınav görevine… Elbette aldığı yeni arabaya, değiştirdiği 4+1’li eve, çocuğunun mezuniyetine ya da KPSS’den yeterli puan aldığına sevinenler de oldu.

Kimi de sabah uyandığında evinin üzerine bir bomba düşmediğini fark edince, sevindi. Bir kör kurşuna hedef olmadan geçen güne sevindi. Kan ve barut kokan dünyasında bir ayağını kaybetse de diğerinin varlığına sevindi. Yaratıldığı günden bu yana belki de en zengin dönemini yaşayan dünyada, açlıktan ölen yüz binlerin yanında, ölmeyip hayatta kaldığına sevindi.

Bu kadar çok sevinilecek şey varken dünyada, kimimiz de fazla kilolarımıza üzüldük. Arabamızın eski model olmasına üzüldük. Her akşam benzer şeyleri yediğimize üzüldük. Bir ömür ayakkabıyla tanışmayanların olduğu dünyamızda yeni aldığımız kıyafetimize uygun renkte ayakkabı bulamadığımıza üzüldük.

Takımımız yenildi diye, oy verdiğimiz parti kaybetti diye üzüldük. Kaçan gollere, direkten dönen toplara, verilmeyen penaltılara üzüldük. İskambilde maça kızını yedik diye, toto ya da lotoda bir rakamla kaybettik diye üzüldük.

Kısacası hayatımızda anlamı olan ya da olmayan bir çok şeye sevindik ya da üzüldük. Acaba sevinçlerimiz ve üzüntülerimiz, fakir-fukaranın sevinç ve üzüntüleri ile ne kadar örtüşüyor? Ayakkabısı olmayan bir çocuğun duyduğu acı ve soğuğu biz duyabildik mi? Annesine, babasına yada herhangi bir akrabasına veya ihtiyaç sahibi bir Allah kuluna yapılan yardımın hazzını ve güzelliğini kalbimizde hissedebildik mi? Okuyacak kadar maddi imkanı olmayan kardeşlerimizin okumasını sağlamak için küçük bir meblağı burs olarak ayırabildik mi?

Dünyanın değişik bölgelerinde özellikle İslam coğrafyasında yaşanan kan, barut, ateş, ölüm, vahşet, bomba ve soykırımları yüreğimizde ne kadar hissedebildik? Dönen entrikaların, emperyalistlerin, Siyonistlerin ve da işbirlikçilerin desise ve hilelerini ne kadar anlayabildik?

 Ve de her şeyden önemlisi insanoğlunun kıymetini bilemediği ve Allah Rasulünün dikkat çektiği şu iki şeyin kıymetini ne denli idrak edebildik? Ki o iki şey “sağlık ve zaman”dır.

Ömür hızla ilerliyor; sağlığımız eskisi kadar iyi değil, zaman ise su misali akıp gidiyor. Bir yıl daha herkesin kendi hesabıyla iyi ya da, sevinçle ya da gamla geldi geçti. Şimdi bir yılın ve giden yılların muhasebe zamanı.

Hayat yolculuğunda ilerlerken amaçsız geçen bomboş bir yıla sevinmek mi, yoksa yeni yıla ışık tutması için üzerinde düşünmek mi gerek, iyi hesap etmek gerek. İnsanlığa insanoğluna yararlı işler yapmak gerek. Hz. Ömer’in ve Konfüçyüz’ün dediği gibi kendimizi her gün hesaba, teraziye koymak gerek.

Konfüçyüz der ki: “Her gün kendimi üç konuda sorgularım:

  • Başkaları adına yaptıklarımda elimden gelenin en iyisini yaptım mı?
  • Dostumda ilişkilerimde söylediğim sözlerle güvenlerini yitirecek bir şey dile getirdim mi?
  • Kendime uyguladığım bir şeyi diğer insanlara uyguladım mı?”

Geçen yılın ve yılların muhasebesini en güzel şekilde yapmanız dileğiyle, yeni yılın hayırlar getirmesini; kardeşliğin, fedakârlığın, şefkatin tekrar insanlık tarafından hatırlanmasına vesile olmasını temennî ederim. Zulüm ve gözyaşının dindiği, hukuksuzluğun ortadan kalktığı, kardeşliğin tesis edildiği, paylaşımın bir değer olarak insanlık hayatında tekrardan kendisine yer bulduğu bir yıl olmasını Yüce Mevlâ‘dan niyaz ederim.